15 Temmuz 2009 Çarşamba

neden sorusunun cevabi



yazmaya nasil başladığımı gerçekten hatirlamiyorum, ama nasıl yazdığımı teknik açıdan biraz açıklayabilirim.

sorular soruyorsun, kendin için ilginç bulduğun sorular. bir insanın durması neye yol açar, bugün dursanız ne olur, burada kalsanız şimdi? onemli olan durmanın şiddetidir ve en şiddetli işlerden biri de durmaktır zaten. o irade vardır ya, suçluluk duygusuyla gelen, işte onu kullanmamaktır.

bir insan neden durur, neden durunca bu dünya sizi cezalandırır ve durmanın bedeli nedir? sorularını sormak, beni mecbur kılıyor bir saatten sonra o kağıdın başına geçip kalemle bir şeyler çiziktirmeye.

sorular cevaplı ya da cevapsız. cevabı olmayabiliyor. zaten bulmanız büyük bir tesadüf olurdu, hele var oluşa dair olanları düşünürsek, bin yıldır sorulan aynı soruya bir cevap bulmak. ama doğru sorular, çok ilginç romanlar doğurabiliyor. önemli olan herhalde o soruları düşünebilmek. illa cevap bu hayatta gelecek diye bir kaide yok. gelmeyebilir, ümitlenmemek lazım.

işte o da ölümsüzlük duygusu gibi bir şey. çünkü onu beklemek, bu soruyu soracağım, mutlaka cevabını da bulacağım demek. zevkli olan işte onu arayış, o cevabı arayış. bulmak, çünkü bir süre sonra zaten kendini unutturuyor.

hayal kırıklığına uğramaktan, camdan kemiklere sahip bir çocuk gibi oluyorsunuz.
umurunuzda bile değil, günde beş kırıkla dolaşabiliyorsunuz. o cevabı illa bulmak gerekmiyor. çünkü amacınız yok. amaçsız sorular da çok ilginç olabiliyor.

diyorum ya bir kutsal kitap yazma peşinde değilsiniz. insanların sağlığıyla ilgili herhangi bir tıp kitabı da yazmıyorsunuz. sizin ilgilendiğiniz konu, varlık, var oluş. neden yok değilim de varım? bu sorunun cevabını bulana büyük ödül verirler.
yedi milyon isviçre frangı nobel ödülü!

Hiç yorum yok: