31 Mart 2009 Salı

use somebody



i've been roaming around
i was looking down at all i see
painted faces fill the places i can't reach

off in the night
while you live it up i'm off to sleep
waging wars to shake the poet and the beat
i hope it's gonna make you notice

30 Mart 2009 Pazartesi

just the two of us



şimdilik alltaki şarkı yeterli.
detaylı yazı bu akşam ya da yarın akşam.
az önce aldığımız bir habere göre, bu adam gitti gider söylüyoruz hep birlikte cumartesi akşamı.
yorgun, argın usulca buradan göçer.
keşke benim için söyleseydik daha iyi olurdu tabi ama bizim cankuş'u yolluyoruz.


....
i guess then you did leave me something to remind me of you
everytime i interrupt someone like you used to
when i do something like you, you'll be on my mind or through
cause i forgot you left me behind to remind me of you

29 Mart 2009 Pazar

dünüm yok yarinim sir



yarinin arifesinde
dunun akabininde
bu gecenin yarisinda
odamin penceresi ardina kadar acik
tuylerimi urperten serinlik
yorganin altinda benim icin hicbirsey
istanbula bahar geliyor saatlerin ileri alinmasiyla birlikte
yasam soguga hazir
iste son bahar

25 Mart 2009 Çarşamba

mutfak'tan

Hayata dair verdigi tatla bellegimde yer eden kabak ile birlikte kavrulmus, cocukken gozlerim daha iyi gorsun diye elime tutusturulan havuclar. Mutfakta pisen yemegi salonda kos kos, sukunutle, televizyon karsisinda beklemeyeli kim bilir kac yil oldu. Bitse de gitsek tadinda yenen yemekler belki de esler, dostlar arasi paylasimlari azaltti. Hesabi alalim biz en iyisi.

Agzimdan dusen havuc parcalarinin soguk terler dokturmedigi, hayata dair gercekler uzerine dolu dusuncelerle gecen, bicak kullanmadan rahatlikla tamamlayabildigim bir aksam yemegi. Huzur ve keyif dolu. Manipulasyonlardan, uzun devrik cumlelerden, zamanin yarattigi her sikintidan uzak, iskartaya ayrilmis bir mutluluk.

mutfak

arano



körler sağırlar
birbirini ağırlar
biz de bunu yeriz
olmadı içeriz

24 Mart 2009 Salı

alsancak the revolutionary road



yasadigi bos ve sikici hayattan kacmak istedigini soyleyen ama kok saldigi rutin hayattan kopamayacak kadar tirsak ve garantici bir adam. gozleri kor, cehaletle cesaretin arasindaki ince cizgi uzerinde ip atlayan bir kadin. iki ayri dunyanin ayni cati altinda yasayan temsilcileri.

gecen ay izmir'de kuzenle benzer hikayeler uzerine kafa yormus, ataturk'un kadinlara verdigi secme ve secilme hakkinin aslinda surrealist bir duzenin anayasasinda degistirilemeyecek ilk madde olmasi gerektigi konusunda hem fikir olmustuk. secmek ve secilmek.
secemeyip, milyarlarcasinin arasindan sansli biri olarak gozlerini acmak. yillarca uzerinde tasiyacagin bir secilmis damgasi yiyip, o siyah cuhadan yapilmis torbanin icinde ikinci bir sansi beklemek. sonra da canina tak edip o siyah cuhada bir delik yaratip kendine ucsuz bucaksiz bir evrenin kapisini acmak.




filmin tek bomba karakteri yukaridaki resmin sahibi Michael Shannon.
37 elektrosok gorup, matematik zekasini kaybetmeyen, siyah torbanin en dibinde kalmaya mahkum olmasina ragmen, hayata kuser gibi yapan ama hayat ona sirtini donunce koca bir nah ceken John. filmdeki en karakterli, en anlasilabilir ve asagidaki demecin sahibi insan.

- do you know what i'm glad about?
- i'm glad that i'm not gonna be that kid.



film asagidaki sarkiyla bitse ben de dede gibi pause'a basardim. filmin son yirmi dakikasina girerken benim kulagimda calmaya baslamisti bile. Cranberries'in 98'deki bury the hatchet albumunden sarkinin adi sorry son. zamaninda cikmis bir album.

it was a long sad supper without you
i had to be cruel to be kind
we have to leave the past behind.

23 Mart 2009 Pazartesi

usanmadim



yanlis ayin delisi
bir omur terazisi
....

bugune ucak biletim vardi.
yepyeni bir hayata dair inise gececektim.
yarin da yepyeni bir hafta degil mi?

kahrolsun polyannizm yasasin rasyonelist duzen!!!

20 Mart 2009 Cuma

19 Mart 2009 Perşembe

harmancı giz kat 22



saat 6ya geliyor.
herkeste ayrı bir sıkıntı. atılıyoruz, tutuluyoruz, iç çekiyoruz, tüm bunlar sırasında çalışıyoruz da. başa gelen çekilir misali herkes odaya girince maskesini takmak zorunda. oglen yagan karın altından gunes çıkmış, haydi terasa. dolapta dünden kalma 33lük biram var. maskelerinizi merdivenin sonundaki sepete bırakabilirsiniz demeden herkes maskeleri çıkartıyor. işte bunu seviyorum.
temiz hava saolsun kafamızı açıyor. onbes dakikalık seansın ardından herkes dünyasına dönüyor.

mutluluk içimizde!!
neremizden girdiyse!!
sen soktun sen çıkar!!

18 Mart 2009 Çarşamba

snowflakes

"i never had idols, i didn't belong to a gang and i never wanted to be part of a scene. i'm jack, just jack"

bu demecten daha ötesi var mı?
hastayız aksanının, brit hop'unun, gelişine vuruşunun. kulaklardan dünyanın pasını alan snowflakes bugunlerde panzehir.



does your life sometimes feel like one big fake orgasm
a gut reaction
instinctive spasm in the chasm
do your problems metamorphose into rubiks cubes
keep twisting and turning
becoming more confused
do you sometimes feel like you've been used and abused
you're not visibly black and blue but on the inside bruised
does your love life leave you feeling kind of bemused
you've played all the games and you're no longer amused

sometimes it feels like i'm looking through a pain of glass
i can see your mouth move but can't hear the words!!!

16 Mart 2009 Pazartesi

izmir'den bank asya izlenimleri

geçtiğimiz agustos'un beş pazarından birinde yıldızburnu no15'te oturmuşuz. 62 puanı alan götürür, yasin'le merter'den, reha'nın dehalıgından, levent eriş'in maymunlugundan bahsediyoruz. üçüncü hafta görüşürüz diye takılıyoruz birbirimize, sonra tsyd'de boyumun ölçüsünü alıyorum ben. ulan bu sene de mi diyorum kendi kendime avni'ye çaktırmadan.

araya bir kupa maçı giriyor. maçtan çok sonrasında yaşanılanlar adından söz ettiriyor:)

üçüncü haftanın sonunda rahatlıyorum, bu sene geliyoruz diyorum. tabi maç öncesi konuşmalar da son derece önemli. ezeli rekabeti ebedi dostluga çeviriyoruz.



avni'nin kasımpaşa dönüşü crveza'da muhabbetin dibine vuruyoruz. bugün değişim başladı diyor. bıyık altından gülüyorum, uçur bizi feyyaz diyorum. onlar bana kıl oluyor, ben onlara.
zaten hikaye burada başlıyor. izmir'in sıkışmışlığında, semt sevdasına dayalı bu hissedişler, büyük hayallerinin peşinde kendine yepyeni dünyalar kurmak isteyen bizlerin her zaman yanımızda götürdüğümüz gerçeklerimiz.

deplasman anılarını paylaşmaya başlıyoruz ilk yarının sonuna dek.

-bolu'da pazar yerinin yanında çay iç diyor
-güngören deplasmandan sonra kanatçı haydar'da rakıya diyorum
-herifler forvetlerine obama diyorlar çok komik
-kartalda üç bira 8 ytl diyorum
ve en güzeli
KÖYLÜLER ÇAPAYA!!!

gecikmeli bir tahminle feyyaz 19. haftada yolcu. baba tahir diyorum, uçurur. uçmaktan helak oldum, bir yere inebilsem.

kıyamet 14 şubat gecesi kopuyor. sen git fix'e üç kafadar muhabbet sohbet, saolsun avni'nin deplasman kardeşi, çocukluk arkadaşı ahmet de katılıyor aramıza. sadece ilk kurdugum cümle sosyallik namına belirtiler gösteriyor "beyler bu kafada sizi değil evi bile zor bulurum" diyorum, hep beraber gülüşüyoruz. sonrası bank asya. koskoca dört saat izmir standartlarında güzel sayılabilecek bir mekanda bank asya konuşuyoruz. yasin aşağı, rıdvan yukarı, timuçin buraya, çakmaklardan sağ bek, kül tablalarından tek forvet. kaleci ufuk da çok kafa çocukmuş. nasıl çaktık ama kardşeim bugun.

4-6-0 ne sen bilir misin?
bize dört jack daha.
ulan adamlar pokere döndüler.
dört bira alalım biz.
çorba mı içsek
bu biralar da benden.
lan kel hizaya gel.

.....

dilekolay 26 hafta böyle geçti. çok da mattah bir periyod değil ama bizim ömrümüzden ömür gitti. şimdi paranoya dönemi başladı. iki takım da bu kadar iddalıyken seçim senesine denk gelmemiz çok kötü oldu bu en bariz gerçek. aziz koltugu akp'ye kaptırmasın diye tüm parayı bayraklara, otobüslerin ses düzenine harcıyor. çıkalım iki takım süper lige, bak nasıl şenleniyor izmir. akp diyarbarkır'da seçimi alırsa o zaman bittik işte. bir manisa, iki diyarbakır. ankaranın yolları taşlı. finalde altay-ksk. dönüş yolunda izmir nüfusu yarıya iner, bu çok gerçek. mahmut el at şu işe, yeter rize'ye, diyarbakır'a yardım ettiğin. korkaklığından maç sonuçlarımızı bile öğrenemez oldun!!!



daha kötü senaryolar da yok değil. hangimiz ilk altıya giremezsek biteriz. birimiz çıktı diğerimiz kaldı, o zaman da bu dostluk biter. önce çok ağlarız ama sonra çok güleriz. güler miyiz?
bak gülersen öldürürüm:)

son sekiz hafta.
lig böyle biterse çok kötü olur. detaylar aslında çok basit. başarıya giden yol çok açık. bir çarşamba günü daha ankara'da olmak istemiyorum artık. tahir bu takımı biraz silkelerse, yönetim son sekiz haftada varlığını hissettirir, takımı tek başına deplasmana yollamazsa, bu taraftar her zaman burada.

çap derken?

yalnızlıklar

ve benim gözlerim gördüklerimden yaratılmıştı
o yıllarda,
ellerim dokunduklarımdan.
dilimi sormayın,
konuşamadıklarımdandı
ve kanlı bir kitap gibi yatıyordu ağzımda



kimi zaman iç kanamalı bir şilep gibi
rakıya demirler yüreklerini..

H.A.T

13 Mart 2009 Cuma

dead man walking

bir gece de iki entry. ustelik dogaclama.
tarihe geciyoruz.
bu da ucuncu olsun, yukarisi selam dursun.

the teenage queen



the teenage queen, the loaded gun
the drop dead dream, the Chosen One
a southern drawl, a world unseen
a city wall and a trampoline
i don't mind, if you don't mind
cause i don't shine if you don't shine
before you jump,
tell me what you find when you read my mind

bin huzunlu haz

once film hakkindaki klibi izledim. sarkisina hayran kaldim. o aralar arastirmaya basladim, kitaplarini aldim, gecenin en sikici anlarina karsi onun sayfalariyla ayik kaldim. kitabinin filme aktarilisini hayranlikla izledim. filmin sonundaki gercege ulasinca icim dugumlendi, salondaki herkes gibi ben de kalakaldim ve ayri bir tatta sarkiyi dinledim. yillarca beynimin neresinde hukum surup, kok saldiginin farkina varamadigim hislerimi, kafamda kurulan cumlecikleri bir kitap haline getirmis, o kitap da birileri tarafindan beyaz perdeye aktarilmisti. o kitabi ben yazmaliydim dedim, hayatta ilk kez bir varolusa kiskanclik besleyerek.



pazar gunu yurumekten yorulup d&r'da soluklanirken, roll'un arka kapaginda bir kez daha karsilastik.

kimi zaman sehrin karmasinda bogulur gibi oluyor bu ses, diye aciklamaya calistim ona; bir yerlere takilip kalir, bir seylerin altinda ezilir, iyice kisilir, hatta busbutun kaybolur gibi oluyor ama, ben isitiyorum...

ruzgar gibi mi, dedi.

ruzgar gibi, dedim.

basini sol omzuma yatirip egri egri bakti; bu ses senin icinden geliyor olmasin?

hayir, dedim.

H.A.T

11 Mart 2009 Çarşamba

Swallowed in the Sea

yazdigim bazi postlari cok seviyorum. uzerine bir post daha yazasim gelmiyor. son postum da onlardan biriydi ama bu blogu gun asiri takip eden onlarca insani gorunce, yeni post yazmayarak onlarca tekil kullaniciyi yuz ustu birakmis hissediyorum kendimi, garip bir sucluluk beliriyor icimde.
onlara taktik bu aralar.

yine de bu hayati baskasi icin yasamiyorum. kendi kafama gore yazdigim, yazdiklarimin bazilarini post ettigim bir cati altinda panzehir ariyorum hayata dair.

aklimda bugunlerin en guzel sarkisi. su anda itunes'a eklememe uc gun olmasina ragmen kirk dokuzuncu kez caliyorum. sarkiyi tabiki cok onceden biliyorum.



and i could write a book
the one they'll say that shook
the world, and then it took
it took it back from me
oh what good is it to live
with nothing left to give
forget but not forgive
not loving all you see

8 Mart 2009 Pazar

stuck on rewind



haftasonu ne yaptin sorusunun cevabi yurudum.
yurudum, dusundum, cok derin dusunurken kaldirima takildim. ipod'da istemedigim sarki calinca sinirlendim. yurumekten mi yoksa dusunmekten mi bilmiyorum, yoruldugum anlarda soluklanmak icin bir sigara yakip kara bulutlar arasindan rengini gosterip de sicakligini vermeyen gunese saydirdim. cogu zaman disaridan ne kadar anlamsiz gozukdugumu dusundum yanimdan gecenlere roller oturturken. sevgilisiyle bulusma telasindakiler, yapili saclar, gecenin arifesinde demlenenler, kafasi rahat balikcilar, kopegiyle dunyanin en tatli tablosunu olusturanlar, ben ise ipod'umla yasadigim ensest iliskimi halka acik mekanlarda sergilemekten bir kez daha cekinmiyordum.

rutin hayattan boylesine kacamaklar yapmak, beynin ordugu orumcek agini eritebiliyor. ince yagan yagmurun altinda islanirken, trafik silsilesine kurban giden aslanlarin arasindan fuleli adimlarla yol bulmak keyifli. her hafta kendime boyle iki saat ayirsam, uc ayda bir gun benim demektir. koskoca doksan gunun sadece biri benim. kalan seksen dokuz gun, o tek gun icin nefes aliyor, calisiyor, para kazaniyor ve guluyorum.



o kapidan iceri girdim istemesemde. insan dusuncelerle dolu paralel evrenlerde gezince, gecmis sandiginin kilidini de acma firsati buluyor. sandiktan balans ve manevra'nin soundtrack'i cikti. aklima da birkac cumle dustu.

.....
hayat herkesin anladigi kadar
dogrusu da yok
olmasi gereken olur
yiyeceksin iceceksin
kendine oh afiyet olsun diyeceksin
hepimize afiyet olsun
.....

bizimkiler el kadar insanlardi ve nukleer bir sevdayla birbirlerine bagliydilar. kucuk bedenleri bu askin yarattigi carpismanin siddetini kaldiramayinca ruhlari hasar gordu. bizler ise bu garip hikayenin ikinci kusak kahramanlariyiz. kanimizdaki deliligin, icimizdeki zindanda yemini bekleyen canavarin yapabileceklerini ve deterjan reklamlarinda bile gozlerimizin dolmasini burada aramali.

5 Mart 2009 Perşembe

oyver.org

son derecede başarılı bir çalışma.
emeği geçenlerin, duyarsız bir toplumu uyandırmaya çalışanların, rakı masasında dünyayı kurtarmak yetmez icraat yapmak lazım diyenlerin, gidişattan mutsuz, bu projeye emeğini sarf eden tüm genç beyinlerin ellerine, akıllarına sağlık.

şahsi yorumuma gelince.
elde avuçta kalmış 3-4 medeniyetle donanmış şehirlerden biri olan kendi sehrimde, semtimde, mahallemde bile doğal seleksiyonu yaşamaya başlamış, gördüğüm laiklik dışı teşebbüslerde dehşete düşmüş biri olarak oy verelim diyorum. deveyi gütmekle, diyardan gitmek arasında kalınan bu yıllarda madem kalıyorsak dünyamızı istediğimiz gibi şekillendirme hakkımızı kullanalım. ananı da al git diyenlere, sandığa dedemizi, sevgilimizi, düşüncelerimizi götürerek cevap verelim.




3 Mart 2009 Salı

song to say goodbye

hosgeldin diyemedik adam gibi ama vedani hakkiyla yaptigimiza inaniyorum. gozyasi olmadan, icten tebessumlerle, en samimi dileklerle, en dogru zamanda en dogru yerde gorusuruz temennileriyle. merdivenler yillar once hayatima girmisti ama seninle playlistlerinle ayri bir kademeye yukseldi. - the hardest part -

hayat, hayal ettigin gibi olsun dostum.

1 Mart 2009 Pazar

bolu beyleri

takimin destege ihtiyaci olan gunlerde telefondan mac takip edeceksek en anlami var altayliligin. istanbul cehenneminden bir gunlugune de olsa kacamak yapmak fikri ise cabasi. alp dev katalizor. araba, ipod derken bir pazar sabahi calabilecek en keyifli 7:15 alarmi ile yola koyulmak icin mezardan kalktik.

hava gunesli, filtre kahveleri cakip yola koyulduk. laf lafi aciyor, kahvalti icin ana yuregiyle acilmis bizi bekleyen gozlemeleri ariyorduk. keyifli bir kahvaltinin ardindan istanbul-bolu arasi oryantasyonumuz devam etti. beyazlara boyanmis agaclar kapanan havadan dolayi bizden ozur diliyor, agaclarda donmus sarkitlar onumuzde egilircesine bizi bolu'ya buyur ediyordu.



kardesim her stadyumun cevresinde en az bir tane birhane vardir tezim de bolu ile birlikte curudu ve ingiliz aksanimi yakalayamadan stada girmek zorunda kaldir. izmir'den gelen uc otobus ile selamlasip makaraya ortak olduk. artik moda girmenin vakti gelmisti.

sikici ilk yari, kalecinin erdi'nin sutunu koseden cikarmasiyla son buluyor, bu mu lan 5'te 5 yapan bolu diye ikinci yariya umut dolu baslamamizi sagliyordu.
G-E-L-I-Y-O-R-U-Z.
oysaki mac oncesi icimde bir sikinti vardi. oyuncular haftaici paralarini alamadigi icin mutsuzdu ve isinma sirasinda bunu anlamamak icin bu takimi ilk kez izliyor olmak gerekirdi. takimda yasin olunca acaba maci sabote ederler mi diye aklimda tilkiler dolasmadi da degil. ikinci yari ardi ardina gelen ataklarimiz, verilmeyen gol, direkten donen toplar, bos kaleye kacan gollerle birlikte sona erdi. elimize ne gecti mona lisa'nin killi tarafi. yine de deplasmanlarda kara maruz kaldigi gun sayisi izmirde gordugunden daha fazla olan taraftar ikinci yari karin uzerimize yagmasiyla birlikte takimi ateslemek icin elinden geleni yapti. tribunun takima destek oldugunu gormek son zamanlarda beni sevindiriyor. tahir hoca isa'nin yerine mehmet sedef'i daha erken alsa ve thiago yerine burak'i ikinci yarinin basinda oyuna alsa bu maci rahat alirdik diyorum. luca toni can boylesine hirsli oynadigini gorunce de sasirmadan edemedim.

donus yolculugundaki tek sikintimiz mangali nerede yakacagimiz uzerineydi. bu tip yol ustu yerlerde ya da kemiklesmis alanlarda her zaman meshur olandan daha iyi, panzer bir yer bulunur. biz de isamil'in yeri yerine cafer usta'ya giderek bu tezi bir teoriye donusturmek icin bir adim daha atmis olduk.

ilk gazi aldik, bundan sonraki program yuregimizin goturdugu yere.
alp tahmin edersinki ipod'un aziziligine ugramasaydik ilk calacagim sarki buydu.
fotolar haftaici.

.....
so much has come before those battles lost and won
this life is shining more forever in the sun
now let us check our heads
and let us check the surf

cikarttim astim portmantoya


yirmibes yildir bu bedeni ve icindeki kalp ile beyni tasidigimdan dolayi cok iyi bilirimki, kendi kendime verdigim sozleri cogu zaman kucuk gazlar sonucunda verilmemis gibi yasamisimdir. az once hademle yaptigim telefon konusmasi ve onun bloguna goz atmamdan oturu duvara bir cizik daha atiyorum ve dun gece basarisizlikla sonuclanan yaziyi post ediyorum. asagidaki link de onun son post'u. yasa varol!!

http://medreruno.blogspot.com/2009/02/on-road.html



iki haftadir, yok daha fazla, yaklasik bir aydir ertesi sabah erken kalkmak icin uykuya daliyorum. uyanmak konusundaki beceriksizligimi sonuna kadar kabullenmis durumdayim.

su an adini hatirlayamadigim bir kitapta "para baston gibidir, dik durmani saglar" cumlesinin altini cizmistim. cok belli ki o cumleyi okurken alkollu degildim. halbuki bizim icin para, okuyanlara cok klise gelebilir belki ama amactan ziyade arac olmustur. aracin sozlukteki anlami bir isi yapmakta ya da sonuclandirmakta yararlanilan bir nesne. dolayisiyla hayatin icerisindeki anlami da gece yastiga basini koyana kadar dunya ile bagini saglayan bir kagit parcasidir bizim icin. bu ana kadar cok guzel ya da anlamli hersey.

hayat, kitalararasi suren alti yillik bir yolculugun sonunda sarilip goz yasi dokebilmektir. iki buyuk rakiyi dort kisi paylasirken, tavadaki istavrit yanmasin diye dun aksam bir cesme masasinda hayali kurulan rokayi, kuzu kulagini masada birakip, ters cevirebilmektir. bornova sokagindaki dort metrekarelik bir meyhanede raki yudumlarken penc-u se yerine penc-i caar oynarken cankusla makara yapmaktir. ankaradan gelen bir surpriz ile dogum gununde karsilasmak, dogum gununde "altay yirtar, genc altay parcalar" pastasini uflemektir. falan filan fulan, ne oluyor ulan. turlu ahval ve seraitler icerisinde aklimiza dusen bu kareler daha devrik cumleler halinde klavyeye de dokulebilir ve sizler bunu okuyabilirsiniz ama ne gerek var ki.

aslinda hayat benim gozumde into the wild'in her karesine hakkini veren emile hirsch kadar olumculdu, oysaki hayat filmin sonundaki tek packshot'ta olayi ozetledigi kadar gercek. belki de mutluluk sadece paylasildikca hissedilen bir duygu.

ne hepimizin ozendigi bu ozgurlukcu filmler, devrimci basyapitlar ne de benim sacma sapan hatiralarim. hicbiri hayattan vazgecilesi kriterler olmayabilir ama icimizdeki kahrolasi kahraman ister istemez soyunuveriyor. aslinda hersey o kadar basitki, o kadar basitki. yeterki ruhumuzu kapinin arkasindaki portmantoya asip, benligimizi terkedebilelim.