8 Haziran 2023 Perşembe

Ayi Baris

 Hayat dolup olup ayni zamanda hayatla kavgasi olan insanlari cok severim. Pes etmeyen, esegini golgeye baglayan, lafini esirgemeyen, sadece gerektigi yerde degil gerekmedigi yerde de kafayi koyan insanlara ise bayilirim. Ayi abimde hepsinden fazlasiyla vardi.

Ayi abim Alsancak’in vucut bulmus haliydi. Pazar sokagina girdigimde kokumu almis misali ya kahvenin ya da firinin kosesinden cikiverirdi. O zaman Alsancak’a geldigimi hissederdim. Karabatak misali nerede batip nerede cikacagina her zaman kendi karar verdi. Iki cumlesiyle insani hayata dondurur, bir bakisiyla insani yerin dibine sokar, bir yumruguyla ise adami olmekten beter ederdi. Pandemi zamani sokaga cikmanin yasak oldugu gecelerden birinde pederin yanindan donuyorduk ve dogal olarak kafamiz guzeldi. Kose basinda gecenin kritigini yaparken “ne isiniz var lan disarida bu saatte” diyen sivile kafayi koyacak kadar umursamaz, benim dahil oldugumu gorunce ustume yuruyecek kadar beni koruyan birisiydi. Alsancak’ta kimse sorsaniz benzer hikayesini anlatacaktir. Yanindaki her kimse, sirf ona zarar gelmesin diye o ayi gibi bedenini siper eden bir ayiydi. Butun yasadiklarinin bedelini kendi odedi. Hesabi baskasina birakmadi. Ama karsisindaki orospu evladiysa, hakkini da ondan kral verenini gormedim.

Ayni zamanda cogu kimsenin bilmedigi kadar da duygusal ve sevgi dolu bir insandi. Kadir, kiymet bilen ve bunu herkese isleyen bir insandi. Rahmetli amcamla, dayimla, babamla, Ahmet ile cankustu.

Firlamalikta bir dunya markasiydi. Rahmetli amcami gomerken babam ile goz goze geldiklerinde “sira sende Turgay” esprisini yapabilecek yegane insandi ve babam o an yutkunmasina ragmen sonrasinda bize bu hikayeyi anlattiklarinda ikisi de bir yandan kahkaha atarken diger yandan gozleri dolu bicimde Tufan amcami aniyorlardi.

Savas’i kaybettikten sonra bir seyler kirildi onda. Eskisi kadar tutunmayi birakti hayata. Nesenin yerini duygusallik aldi. Abi ozlemi baskadir, babamdan biliyorum. Onun yerine kanser geldi. Kimseye soylemedi. Kendi kendine hastaneye gitti. Tedavisini oldu ya da olur gibi yapti.

En son Izmir’e gittigimde bas basa oturduk bir saat. Son sigaramizi ictik. Bu kadar Ogan dedi. O kadar degil abi dedim. Bu kadar bu kadar sen bana inan gerisini sorgulama dedi.

Bugun oldu. Artik Ayi Abim yok. Onu her zaman en guzel hatiralarda hatirlayacagim. Bu aksam once Alsancak’ta, sonra da dunyanin bilimum yerlerinde onun adina kalkmis yuzlerce kadeh vardir.

Savas ile Baris bugun itibariyle bir yerlerde bulustular. Bir yerlerde sevgi ve ozlem dolu, evrenin en guzel ve en yan bakilmamasi gereken masasinin kurulduguna eminim ama ispatlayamam.  

Serefine Ayi Abim. 



6 Ocak 2023 Cuma

27 Kasim

 Bu yaziyi bir ay boyunca suren turlu tramvalar ve gozden gecirmeler ustune anca tamamlayabildim. Her kelimesi beni ve hislerimi baglar.

 

 

Bizi bitirdiler aslanım. Ben bunca yıllık Altay’liyim, bizi bu kadar ziyan hissetmediler dedi babam suratıma bakarken. agzini dahi acmadan söyledi bunlari bana Ataturk stadinin, bugune kadar hic kimsenin merak etmedigi ama bize hep bakan karsiyaka tarafina dogru boynunu devirirken.

 

Çok israr etti bana o pazar maca gitmemek icin. Hiçbir dayanağı yoktu. Sadece bizi goztepe deplasmanına götürmek icin gelmesini beklediğimiz on otobüs gelmemişti. O kadardı. Kendisi 70 yıldır izmirde yasayan bir insandı ama farkına varmisti terazi. Ben ise sadece o mac icin Londra’dan gelmiştim. O yüzden olsek bile o maca gidecektik. Baba ile oğul arasında olur boyle cekismeler. Ogul yaslandikca boynunu büker, baba da genclestikce oglunun yoluna gider. En azından bizde öyle olmustur seneler boyunca. 

 

Oysa oncekindeki akşam, ben londradan gelmiştim. Çok sevdiğimiz iki insanla rakıya düşmüştük gelir gelmez. deplasmanin göbeğinde, Altay’imizi konuşabiliyorduk. Sonrasinda bu aralar herkesin cümle içerisinde bile kullanırken elli kere düşündüğü, sirf Pazar sokaginda diye bizim icin cok sey ifade eden derneğimize uğrayıp, ertesi güne dair tatlı bir mesaj vermek isteyen baska dostlarimizin yaninda geceyi sabah etmiştik Zeynel amcamızdan aldigimiz gevreklerle. Izmir, olabildigince kucaklayıcı idi o haftasonu bir yere kadar. 

 

Sonra kabusun aga babası yaşandı. Belediyenin son 48 saattir soz vermediği otobüsler doğal olarak hic gelmedi. Ataturk stadında toplanan bin kadar Altayliyi, görsel aksel’e götürecek otobüsler hiç görünmediler yukarıdan aldıkları mesajdan oturu. Oysa bisiklet sevdalisi Tunc Soyer bize bin tane bisiklet verse, aramizdaki bilmeyenlere ogretir o yolu yine giderdik biz. Hani korku belediyenin otobusleriyse eger, bizim iman gibi serhaddimiz var. Sonra bizden bir ekip yurudu. Çünkü o kadar inancli bir ekipti ki o topluluk, önünde ne dursa yıkabilecek kudrete sahipti. Yeter ki önünde Altay’a engel olan birisini gorsun. Sonra sehrin karar verici mercileri konunun ehemmiyetinin farkına vardılar ve yemeksepeti gibi davranip sipariş etmeye calistigimizin fazlası sayıda otobüs geldi bizi olmamız gereken yere götürmek icin. Biz de saskindik ama hepimiz biliyorduk. Artmadan yetmezdi.

 

Stada geldigimizde mac çoktan baslamisti. On otobüs insan goztepe’nin kızlarına seve seve otobüslerden asagiya tukurulduk. bin kisi, iki kapının içerisinden girmek icin birbirimizi ezercesine önlere doğrular yönelirken polisin turlu umursamaz şiddetine maruz kaldık. Bir noktada bu isin insanlik disi oldugunu anlatmaya calisirken, polis tarafından joplandim ve ana avrat sovuldum. O deplasmana gelen bir birey icin bu tarz davranislarin kacinilmaz oldugunu coktan yasayarak ogrendigimden umursamadim. Ama bilmiyordum ki bu sadece gece boyunca yiyeceklerimizin antresiymis. 

 

Iceriye girdiğimde meşhur fisek çoktan ucmustu. Sonra sahaya giren iki ayaklı baska bir sey gordum. korktum. Ki ben deplasmanda hiç korkmam. Deplasman cok uzun sureler once benim evim olmustu. Bu konuyu biraz desmek istiyorum. 12 yasinda cekirdek aile icerisinde hissettigim ayrilik ve sonrasinda yasananlar bende hayata dair deplasman kavraminin icsellesmesini sagladi. Oncelerinde evden eylem olarak kisa surekli uzaklasmalari ozgurlesmek sanarken, sonralari dunyanin hangi ucuna gitsem rahatlayamadigimi gordukce deplasman kavramini romantiklesmitrmeye karar verdim. Mekansal uzaklik, bir o kadar evrensel yakinligi sagliyordu Richter’e meydan okurcasina. Gursel Aksel stadi icerisinde yerimi aldigimda skorboard’a bakip da 24.dakikayi gordugumde

sahada gorevini yerine getirebilecek kimse yoktu. Maçın tatil edildiğini öğrendiğimiz o dakikaya kadar karsi tarafa en samimi hislerimizi ilettigim o tezahüratların tamamına katildim. 

 

Simdi burada acikca konusulmasi gereken bir gercek var su karsi takima dair. Onlarin surecin basinda insafsizca ve devaminda arsizca saldirdiklari gibi saldirmayacagim. Baskalarinin yarışma haklarını belirli frekanslarda satin almaktan cekinmeyen bir güruh ile bizim tribununu olusturdugumuz toplulugun ortak bir tartisma platformunda bulusabilmemizin imkani yok. Bunlar, küme düştüklerinde birbirilerini vurup, kendi kulüp binalarını kundaklayabilecek hadsizligin doruklarında yasayan yavşaklar. Pelikan olsun, inek olsun dogadaki turlu hayvanlara keyfi zarar vermis, basketbolun en ust ligine ciktiklari ilk 4 ceyreklik macin 2.ceyreginde devre oldu diye maçtan cikan ve kimliği son yirmi senede dort kere el degismis demirbaşın saticisi bunlar. Bu kadar yanlisi yapan bir guruhun son sansini kurtarmak isteyen bir takim insanlar olabilir. Bunlar su anki futbol federasyonunda gorev de almis olabilir. Ustelik bir Papatya ustunden seviyor ya da sevmiyor cekebilirler. Ama arkadaslar heker unutmasin ki Keser doner sap doner ve en sonunda hesap doner. Bu sehirde en cok biz seviyoruz. Hatta oyle seviyoruz ki sizi bile bu sevdanin icerisinde eski bir ihanet olarak kabul etmistik. Ta ki 27 kasim’a kadar. Lutfen artik hic gorusmeyelim. Iki taraf icin de en iyisi bu.

 

Butun bunlarin yaninda tarihiyle, Kuvay-i Milliye’siyle, 2021 yilina damga vuran Buyuk Mustafa’si ile, 2022’sinde elinde kaldiklariyla her tekmeye kafa sokan bir olusum var iken, hadi cok buyuk sevenleri icin onune ve arkasina sponsor almayan dernegiyle de olsun, adini onlarca cocuga vermis gelenek kulturuyle ve en onemlisi az ve oz olmasiyla her zaman kendi kulvarinda sahsina munhasir bir gercekliktir Buyuk Altay.

 

Ozetle digerlerinin o iki renk arasina koydugunuz beklentiniz ile bizim baska iki renk arasina koydugumuz sevda arasinda ucurumlar var.

 

Evinin kapisini acik biraktiginda evine giren hirsizi mesrulastirdigin sistem nasil bireyler yetistiriyor goruyor musun Turkiye?  Bir anlik insan hatasinin, o insanin hem kendi hayatini hem taraftari oldugu kulubun bir senesini ve belkide hatri sayilircasina bir donemini yakabilecegini hic hayal etmemistim. Bunun yaninda 19 sucsuz insanin daha hayatini karartip, etrafindaki cankuslarini da hayata kusturebilecegini hic tahayyul etmemistim. Bizi o gun 8 saat iceride beklettiklerinde sagolsun herkesi dusunduk. Dusunemedigimiz bir sey daha vardi.

 

Goklerden gelen bir karar ile sirf goz boyamak icin listeyi kabartmak adina sucsuz insanlari da iceriye alacaklarini tahmin etmiyorduk. O 8 saatlik yuzlesme yetmisti herkese aslinda. Polisler o sogukta ustlerinde tasidiklari agirliktan sikilmislar ve sirf bu nefretten oturu bizi toplu bir bicimde susuz, yemeksiz birakip ve tuvaletin de vanasini kapatmislardi. Bu tip davranislari kizilcaboluk’te gormustuk ama sehrimizin bir sokaginda gormek utandiriyordu. Ara sira nobet gibi gelen “yeteeeeeeeerrrrr” cigliklarim ile sessizligi kirmak istiyordum. Kendimi hic bu kadar caresiz hissetmemistim. O an. Sonrasindaki birkac gun her dakika daha caresiz hissettim.

 

O gecenin devaminda basimizi yastiga koydugumuzda saat sabaha karst 4’tu. Sadece sag oldugumuzu hissettiğimizden oturu birbirimize doyasıya sarildk. Sanki birkac saat once sirf bana daha yakin olabilmek icin yan koltuğumuza oturan o değilmişcesine birbirimize sarildik.

 

Aradan 5 hafta gecti.

 

Fisegin vurdugu Mehmet Cakir iyilesiyor. Bu arada butu mevzudaki en onemli konu sorgusuz sualsiz onun sagiligi. Kendisine ailesiyle daha saglikli ve birlikte mutlu bir hayat diliyorum en samimi duygularimla.

 

Kalecimiz Ozan ulkenin adalet anlayisina guvenemiyor olsa gerek, hic olmayan sikayetini geri cekmis. Kendisine de akil, fikir ve kalede bize verdigi gibi dolu dolu bir guven diliyorum.

 

Bu velvele icerisinde iki takimi da, en iyi savunma hucumdur mantelitesiyle beslenmis turk futbolundan hic ders almamis olup, hukmen maglup cezasini alabildikleri icin ayrica tebrik ediyorum.

 

Bizim yedigimiz 6 ic saha cezasi ise federasyonun bu maca dair resmi karar verene kadar harcadigi surenin en buyuk kdv’sidir Altay kulubune. O toplantilarin Izmir’de nerede ve kimin himayesinde yapildigina bir bakilsin. Odasinda konuya dair toplantilar yapilan sahsiyetin, hangi minareleri calip uzerlerine tarihin en kalifiye kiliflarini nasil kapladigina bir baksinlar. Kagit ustunde tarafi oldugu gorunen o sahsin, Altay’in en buyuk kotulugunu isteyen oldugunu da gunun birinde hayat gozler onune surer.

 

Cok uzadi ve en onemli konudan bahsetmedim.

 

Bu zirvalik icerisinde 19 tane sucsuz insani iceri aldilar. Fisegi atan kamera tarafindan tam anlasilmadigindan oturu siyah kapusonunun yaninda yesil serit olanlar da alindi, mactan dort ay once birbirlerinin tweet’lerini fav’layanlar da alindi, yasamak icin birbirine para yollayanlar da alindi, ayni havayi soluyanlar da hesabina kesilenleri yasadi.

 

Bu insanlar hakkinda herhangi bir somut kanit yok. Ulkenin “istedigimi iceri atarim sana ne lan yarak” duzeninin vucut bulmus hali bu. baska bir sey degil o yuzden cok buyutulecek bir sey yok.

 

Agah Bey’in dedigi gibi adalet baska bir sey hukuk baska bir sey. Kagit ustunde varligini ispatlamaya calisan hukuk icerideki 19 insani suclu ilan ediyor. Onlarin adaletinin yeri buldugu gun ben rahat edecegim.

 

Kime yazar?

Once Altay taraftarina yazar. Biz nasil bu uc kurusluk tezgahin icine dustuk diye. Sonra benim iyi niyetli baskanima yazar. Onun icerisindeki iyiligin yuzde biri keske dunyadaki insanlarin icerisinde olsa. O iyi niyetiyle cogu seyi cozer ve cok guzel cozer ama her seyi cozemez. Cunku her sey iyi niyetle cozulmuyor. Ayrıca Altay Spor kulübüne hizmet edeler ile ayni kurumu etiket olarak kullananları ayırmak bizim boynumuzun borcu. Çünkü aralarında büyük uçurum var. Liverpool tribunlerinde 90’larin sonunda Heysel’den sonra yazan bir pankart vardi turkce tabiriyle “adilik gerektiginde asil bir duygudur” diyen. Tatcher, The Sun vs yani ayni duzen ayni yaptirimi uyguluyordu Liverpool taraftarina holiganlik ustune. Konunun Liverpool degil de tum ulke oldugunu birkac sene sonra anladilar. Altay Spor Kulubu herhangi bir formatta dahil oldugu ornegin kotusu degil anca isigi olur. O icerideki 19 insana dair adalet yerini buldugunda bunu gosterecek en buyuk gercekliktir.

 

Cevabini bilen varsa ben su sorulari hala kendime soruyorum. Cevabima merhem olabilecek hers eye acigim.

-          Izmir Spor Sube muduru ne durumda?

-          O gun Gursel Aksel stadinda gorev alip Altay taraftarini iceri sokmakla yukumlu olan birim nerede?

-          Passolig, fisegi atani bulamamis mi?

-          Passolig bunlara yaramiyorsa niye var?

 

Kime yazdigi cok belli.

 

Sana da hayatta basarilar goztepe. Layigini bul. 

5 Mart 2019 Salı

200




bulundugum topraklar arasinda daha fazla kisisel devrimler gerceklestiremeyecegimi anladigim gun vucuduma my past haunts me here dovmesini yaptirmaya karar verdim. Guzel de oldu. Dovmelerle oyalandim uzunca bir sure. Baskilar icerisinde yasamakta olan bireyin en masum dovuslerinin eseridir o eserler. Devrimlere inandigimdan oturu devrim gibi dovmeler yaptirdim. Oyalandigimin farkina vardigimda da harekete gecmeye karar verdim. Ayni dovmeden devam edersem, oyalandigimin farkina vardigim ana kadar gecen zaman diliminde hem kendimi anlamaya calisirken hem de olaylarla mucadele edebilmeyi ogrendim. Olaylar sirali gelistigi icin bunu ogrendigimin farkina varmam zaman aldi. Dolayisiyla surec; tecrubeleri farkindalikara cevirirken en agir haliyle ilerledi. 

Tek slide’in uzerinden kendisini anlatan birey, cozumun ilerlemekten ibaret oldugunun farkinda bir sekilde “ben gidecegim” diyordu, bu yoldaki en buyuk destekcesi resume’sine guvenerek. Tecrubelerin bir bacagini ucuncu sinifta “bi deneyelim bakalim” ile baslayip, 14 sene sonra global bir ajansin stratejisine sekil verilibilen ve verildigi seklin halini alan resume, aldigi sekilden cok memnundu. Resume’yi bir insan gibi anlatmamin nedeni; tamamen kendi ellerimle, sifir tecrubeyle baslatip, oldugum gibi, yaptiklari, yapmadiklari ve asla yapmayacaklariyla bir karakter oldugu icindir. Ogrenerek ilerlemek gibisi yokmus. 

Kendimi Londra’da bulduktan bir sure sonra bugune kadar kuvvetiyle kudretiyle gelen sen ogan’in sovalye zirhini bir kenara birakmasi gerektigini ogrendim. Madem istedigim yerde, istedigim sartlarda basliyordum, hayalini kurdugum gibi yasamaliydim. Sigarayi birakinca cikolata sekere abanilir derler, zirhin agirligini doldurma sirasinda el aliskanligi da sikinti yaratiyor. Buradaki tecrube eylem olarak yalniz olsa da, ekseninin kaydigi yarimkure kollektiviteden yana. n kisinin ictigi n+1 buyugu artik en az n+1 kisi n+2 miktarda icmeli diyor. Buralar biraz blurlesiyor ve boyle olmasi da cok normal. 

Her insanin farkli bir karakteri oldugunu kosulsuz kabul ettigimiz durumda insanlar arasi iliskilerde uyusmazliklar olmasi kacinilmaz. Bu uyusmazliklarin ortak noktada bulusarak anlasilmasi kadar ortak noktalarda bulusamayacaklarinda hemfikir olarak anlasilmasi da mumkundur. Iki zit kutubun birbirini cektigi ortamda artilar kadar eksilerin de soz hakki vardir. Eksiler, tamamen eksililiklerinden kaynakli daha fazla soz hakki olduklarini zannederler. Mutlak deger boyle okazyonlarda one cikiyor. Insanin kandiramayacagi tek gerceklik kendisidir. Zaten amac kendini kandirmaksa her sey yalan olabilir. Insanin kendisine dair bictigi gercekligin capi herkesin hayal gucuyle orantili. Ama ayni zamanda o capa hangi aciyla geldigi de insanin alanini belirliyor. (πr2). Bu denklem insanin gelistirmesi gereken tek canlinin kendisi olduguna cikiyor. Herkes eger kendi mutlak degerini alip, ederi kadar aksiyon alirsa dunyadaki tum iliskiler hayallerine ulasacaktir. Sans dogru insani bulabilemkte etkili olabilir ama insan sansinin yaver gittigi an onu degerlendirmeyi bilmelidir. Her iki taraf icin de gecerlidir bu yazili olmayan kural. Pederin dedigi gibi kimileri sansli dogarlar, kimileri de sanslarini kendi yaratirlar. Peder bey bu cikarimin ikinci tarafinda olmanin guzel oldugunu idda eder ve kendisinin de bu hayatta kendi sansini yaratanlar arasinda oldugunu gogsunu gere gere soylemekten cekinmez. Hakli olabilirdi de. Oysa sanslilar onu taniyinca ne kadar sanssiz olduklarini o saniye anlarlardi. Ben bu cikarimin daha ziyade sansin insan hayatinda ne kadar etkisiz oldugu kismina yukseliyorum. En buyuk sansi onune gelip farkina varmayan ile o kucuk sansi bir hayal ustu gerceklige cevirebilenlerin hayatinda sanstan cok buyuk gercekler vardir. 

200 hafta icerisinde cok sey ogrendim. Gecen hafta tek aylik gelen vizeden beri dusunuyorum. Evren diyorum bana bir mesaj vermeye calisiyor olmali. Once festivalde nick cave’den en urperten londra yazi pazarinda into my arms dinlerken arkadan gelen irkci saldiri, yok degildir diyorsun; sonra sabahin korunde bisikletle ise dogru giderken yaya gecedinde duran taksiden acelesi oldugu arkasina bakmadan telasla inen adamin actigi kapiya carpip kaldirima iki seksen seriliyorsun; biraz uzun da surse ayaga kalkip eve donuyorsun. Hastaliktan uykulardan uyanip, kafani duvarlara vura vura gece yarisi gittigin acil serviste “uzmanlari bekliyoruz” yalanina inanip kivrana kivrana, yerlerde surune surune bekledigin sozde uzmanlarin, hastaligini tarif ettigin kelimeleri google’da aralarina arti koyacak sekilde arayip, sana monitoru “bak google da soyluyor” diye cevirdigin an anlar gibi oluyorsun. Yok ya cok hastayim ondandir diyorsun. Hastaligi atlatip da bisikletle pazara ciktigin ilk gun, sirf sana gecmisin naifligini hatirlatiyor diye attigin turun ardindan donup de tekerlekleri bulamadigin o yarim saniyelik sok etkisi ardindan, herkesin basina gelebilir diye kendini inandirma utanmazligini bile gosterebiliyorsun. Ta ki ekim 2018’inde basvurup, bes ay bekledikten sonra subat sonunda, 12 aylik gelecek diye umdugun, sana secme ve secilme sansi verecek vizenin, geriye donuk 12 aylik verilip de eline gectikten otuz gun sonra bitecegini ogrendigin vizenin son kullanma tarihini ben mi yanlis goruyorum acaba diyerek kontrol edene kadar devam ediyorsun iste. Bir umut diye. Hepsi bir umut ya olur diye. Fetus’u gomdugumuz 2003 kisini takip eden ortakoy baharinda fisildayan adami hatirlar gibi oluyorsun, ulan bazen harbiden olmuyor galiba diyorsun. Ama onu harbiden demek got istiyor. Bir yanim da hikayalerin ucuncu sahisi olsam, gorduklerimi evrenin verdigi mesaji almayan adamin hikayesi diye ozetleyecegimi biliyor. anlat kocum anlat heyecanli oluyor. 

200 haftada gecinilen devinim. Senin delinim. 

Degismeyen tek sabit ise yoluna Sait Karafirtinalar onderliginde “bizde cok sakat var” demeden, cezalarini ceke ceke, Pasa’siyla yoluna devam ediyor. Sen cok yasa Altay. 

5 Aralık 2017 Salı

her zaman yanimda

senin altinci saniyedeki o gulusundur beni ayakta tutan.

alsancak

Uc dort ayda bir uc dort gunlugune izmir’e geliyorum ve Alsancak’ta takiliyorum. Bugun de bir haftalik yolculugumun sonundayim. Buraya her geldigimde insanlarin en samimi, en durust ve en gercek halleriyle yuzlesiyorum. Eylem olarak yuzlesmeyi tercih ediyorum cunku geri kalan uc yuz elli kusur gunde karsilastigim insanlarin hayatlarini gerceklestirmek uzerine olan davranislari dolambaclarla dolu. Alsancak’a her gelisimde kendim oldugumu hatirliyor, kendi karakterimin farkli yaslarda ve farkli cinsiyetlerdeki halleriyle karsilasiyorum, muhabbet ediyorum, iciyorum, yaziyorum ve ciziyorum. Benim bicak sirti hayatimin tersi de var, o da Alsancak’ta kok salmak. Adami yoran, o asburger sincapi gibi oldugun yerde donduren. Ama cogu kisinin unuttugu ya da icindeyken gormedigi bir gercek var. Alsancak, herkese istedigi kadar geri donme sansi vermistir. Sifirdan baslanabilecek en guzel yerdir Alsancak. Greenwich’i sifir olarak kabul edenler Alsancak’in yutan elemanliginin asla farkina varamamistir. Ayni sekilde bircok kez sifirdan baslanan yer de Alsancak’tir cunku buradaki yasanmisliklar, kurulan iliskiler hep eskidir ve kimse eskiye ihanet edecek pustluklar yapmaz. Yapanin cezasi aninda kesilir. Bu yuzden Alsancak, tozunu yutanin hafizasindaki en saf haliyle yer alir. O yuzden de kimileri icin dunyanin merkezi, milad, baslangic noktasi ya da yokluklarin anavatanidir. Alsancak bir semtten fazlasi, bir varolus bicimidir. Her seferinde yeniden dogmanizi saglayan. 

1 Nisan 2017 Cumartesi

104.hafta

104.hafta.

Iki sene gecti londra’ya yerlesmemin uzerinden. Her buyuyen insan gibi ben de yasadiklarima ve hissettiklerime istinaden degisimler ve gelismeler gosterdim, gosteriyorum, gosterecegim. En ogrendigim sey, bundan sonra hayatimi kuracagim sekli secerken benim icin en degerli varlik olan dostlarimi daha yakinimda tutacagimdir. Bundan seneler once su an bosaltilmakta olan asmali mescit’teki jurnal sokak’ta yer alan bes numarali apartmanin alti numarali dairesinin kalorifer peteklerinin birinin ustune cikip ahaliye seslenirken “benim allahim dostlarim” demistim. Hic unutmam. Hic unutmadim, hic unutmayacagim.

Bu esit miktarda isyan ve sevgi dolu cumlenin icerisinde yer alan gerceklik, gecirdigim bu iki sene icerisinde bana kimi zaman umut, cogu zaman da izdirap verdi. Salcaya donecek kadar maymun istahli olmadigimdan, bu yoklugundan oturu izdiraba donen gercekligin uzerine gittim. Icim kanadi gittikce. Yerine bir sey koymayi asla dusunmedigim ve hatta yeltenmeyi kendime hakaret olarak gordugum bu gercekligi kimi zaman kopararak yok etmeyi dusunmedim degil. Hatta cok da yaklastim, ama sadece dusunce olarak. Gordugum davranislar bana dusuncemi icraata dokmeyi itti ama icim kaldirmadi bunu. Bu hareketin sonucunu bir pismanlik olarak yasamaktan korkmam degildi adim atmamami saglayan; kendi kendime kaldigim gunlerde karsilikli sevginin sinirlari belirlendigi surece, karsiliksiz sevgiden daha kutsal olduguna inandim. Bunca savasin, bunca pustlugun, bunca riyakarligin, bunca yalanin oldugu dunyada “ben baris istiyorum” cigirtkanliginda bulunmak kolayken biz niye bunu kendi hayatlarimiza yansitamiyoruz diye dusundum. Kendi kendime kaldigim icin de “ben bunu kendi hayatima niye yansitamiyorum” diye daha da derinlere indim. Daha da acitti, cok kanatti. Oyle bir noktaya geldim ki bazen “ulan dalyarak zaten dimdizlak tek basina kaldin, kendinle barisiksin, kiminle neyin barisindan bahsediyorsun” diye uzun uzun terasta uzaklara bakmisligim var. Bir de kendi kendine kalmanin en buyuk sikintisi surekli kendi sesini duymaktan oturu yanlisa dusebilme ihtimalinin yuksekligi. Once yanildim, sonra dogruldum, aynaya bakip biraz gulumsedim. O sirada dunyanin en iyi kalpli ve en guzel kadiniyla tekrar birbirimize sarildik. Bu paragraftaki her seydeki iletken de o oldu bana aslinda. Bugun bilincim aciksa eger onun sayesindedir.

Giden kadar kalanin da kontrpiyede kaldigini anladigim gun bir aydinlanma yasadim. Hikayenin bir yerinde gidendim, diger yerinde kalan. Standart sapmalarin richter’e meydan okudugu topraklardan geldigimden, artik isyanin yerine daha yapici bir gerceklik koymaliydim. Gocuk altindan cikip buralara kadar gelmisiz ayri ayri, nedir bu tillahini siktigimin giderleri. Ben kendi egomu ayaklar altina alamiyorsam karsimdaki insandan bana empati duymasini nasil bekleyebilirim.

104.haftada asmali mescit’te jurnal sokakta yer alan bes numarali apartmanin alti numarali dairesinde bu kez kalorifer petegininin ustunde degil de hic sevmemem icin sebepleri olan bir koltuga sirtimi dayamis etrafimdaki dostlarimi dinliyor, belki de uzun bir aradan sonra ilk kez birbirimizi anliyorduk. Onlarin agzindan cikanlara ben sasirirken, benim agzimdan cikanlara onlar sasirirken ayni noktayi buldugumuzu hissettim. Arzular selale, hizler karsilikli. Cizilen sinirlar bir anda yok oluyor, gercekliklere sariliniyor, aradan gecen zaman incecik siraya diziliyordu. Biz de bazi seyleri ilk kez ogreniyoruz, sonuna kadar hata yapma luksumuz var. ilk hatada, ikinci hatada, ucuncu hatada kalkip konusmadan, anlatmadan, anlamaya calismadan kendini hakli gorenin zaten bu kitapta yeri yok. Biz birbirimize ogretecegiz ki, hem biz bundan sonra ayni hatalari yapmayalim hem de bundan sonra benzer durumlarla karsilastigimizda ayni hatalari biz yapmayalim. Zamaninda bes yasindaki unlu bir dusunurun dedigi gibi “kotuluk oldugunu bilmiyor cunku yapti”. 

Iki sene sonra ilk kez birinci cogul sahista bir yazi yaziyorum. Kafam biraz rahatlasin da gecen haftadan beri icimde tuttuklarimi iki cumleye dokeyim istedim. Soz ucar, yazi kalir ama dostluklar bakidir. Dostluklarda da sevgi temel tasidir, saygi gosterilir, onlari daha iyi yerlere getirmek icin emek gerekir. Benim yegane dogrum budur. 

4 Eylül 2016 Pazar

sezon acilisi




bugün pederin bir fotografını gördüm facebook’ta. 



altay sezonu açıyordu. kuzenim altay ahmet iyi niyetin simgesi olduğu için pederin tüm bahanelerine yılmadan, o tatlı diliyle “hadi amca bak bu sene çok güzel olacak, şubatta şampiyonuz, sen olmadan da bir eksiğiz” diye ya da benzer bir güzellikle onu kandırmış olacak ki bir foto gördüm Londra’da saat 11'i gösterirken. ahmet, liya abi, altay abi, akın abi, peder bey albatros’ta piize yatmışlardı. diğer bir fotografta aynı kareye volkan abi ve oğlu girmişti. benim peder de beni aynı karelere sokuyordu 90’ların ilk yarısında. zehri öyle verdi bana, hayatı öğretti. her pazar yenilsem de her pazartesi bir sonraki pazar için umut dolmamı sağladı 52 haftanın üçte ikisinde. tükenmez bir okuldur altay. 

çocuk yaştayken hep kaybedeni tutmanın ne demek olduğunu anlamazsın. rutinin haline gelir. özellikle izmir gibi etrafı güzelliklerle çevrilmiş, semtinin peşinde koşan başka delikanlıların da olduğu bir şehrin arasında kalmış, hem dinen, hem cinsen, hem de ırk olarak farklılıklar içeren alsancak içerisinde büyümüşken bu iş daha da zordur. o rutinin içerisinde öğrendiğin yegane gerçeklik umut ve dirençtir. kaybetmek irade simgesi olsa da kazanmak mutluluk getirdiğinden onu yaşamak istersin. bir yaşarsın, ikinciyi arkasına yaşaman için şanslı olman gerekir. üçüncüyü ve sonrasını yaşarsan bilirsin ki ters giden bir şey vardır. hayata da böyle alışırsın. benim jenerasyonum buna denk geldi. ama öncesinde bir, iki, üç, dört demeden devam edermişiz, karşımıza çıkanın ayakları titrermiş. fatih terimin bile dayak yemişliği vardır bir maç sonrasında sırf alsancak stadında yavşaklık yaptı diye. şerefli koca bir ülkünün çocuklarıyız biz. 

altay, bizim için etnik bir kimliğe dönüşmüş gerçeklikte hep beraber aynı cephede savaşmanın gerçekliğidir. kaldı ki o gerçeklik, yaşadıkları ve yaşattıklarıyla ayaklı tarihidir altay’ın. tarihimize bağlı olduğumuz için de bunu diğer nesillere taşımak en büyük sorumluluğumuzdur. 

bizde bok atmak meşhurdur. eski toprakta hayat, ev, iş, meyhane, stadyum, kulüp binası semt çevresinde döndüğü için ve bu bir varoluş simgesine dönüştüğü için altay’ın da yeni toprakla bütünleşmesi zor oldu. 2000 ile başlayan çöküş süreci 15 sene sürdü. biz her sene bir umutla başladık, çoğunda ilk haftada kaybedip götümüzün deliğini bildik. düşmeyelim yeter dedik. ama bu sefer farklı. 

bu altay, zamanında olduğu gibi türkiye’ye örnek olabilecek bir kıvamda benim için. tabi benim bu satırları yazarken içtiğim rakının da hatrı var bunda. paldır küldür düşerken, senelerini tribünde altay’ı izleyerek geçirmiş saygıdeğer bir altaylı olan cihangir marmara’nın (benim için hep cihangir abi) taşın altına elini sokup, kulübü hırsızlara ve adilere bırakmamak için kendi hayatını bir kenara bırakıp, başkanlığa yürümesiyle, kendi özkaynaklarımıza yönelip biz buradayız dedik. bu sene ise bugüne dek yalandan kendini gösterip, altay’dan o veya bu biçimde prim yapmaya çalışan eski sahtekarların aksine, özgür başkanın maddi destekleriyle de transfer yasağını kaldırıp iddialı bir konuma geldik. bugün tribüne eskileri, yenileri yani özetle herkesi heyecanıyla buca’ya getiren yegane sebep budur. biz, altaylılar bir bütün olamadan bir yere gelemeyiz. bunun için de yönetim, tribün, altyapı, iletişim gibi konularda liderlere ihtiyacımız var. kaldı ki bu da sağlanmış görünüyor. aramızda sahtekarlar olacaktır ama kabus altında birleşip, tek vücut olduğumuz gibi örnekleri bütün sene sergilemeyiz. deniz gökkaya bu konuda taraftar kısmını en doğru yere götürmüştür ve götürecektir de. ben taraftar olduğum için anca bu konuya dair eleştiride ya da hakkaniyette bulunabilirim. o bu saygıyı sonuna kadar hak ediyor. 

bugün yakılan meşale sene boyu sürmeli ve türlü aktivitelerle birlikteliği sağlamalıyız. ben tabi bunları uzaktan görüyorum. ekim itibariyle ben de her hafta londra’dan kalkıp iç sahadaki en az iki maçtan birine, dışarıdaki güzel deplasmanlara da katılacağım. çünkü bu altay birlikteliği hak ediyor. sonucu ne olursa olsun. 

birileri eski buca stadından havalimanına giden yolda güzel bir meyhane bulsun. hipodrom da olur. orada çok içeceğiz bu sene. 

rahmetli ömür’ün dediği gibi. 
altay yırtar.
genç altay parçalar. 

30 Ağustos 2016 Salı

yeşil kırmızı tesbih

bir.
balkanlarda hatrı sayılır bir süre geçirdikten sonra londra’ya dönüyorum. yalnızım. aşırı yorgun olduğum için erkenden yatıyorum. biyolojik saatim artık değiştiği için de erken kalkıyorum. pencereye bitişik masaya oturup bilgisayarı açıyorum kafamdakileri, kalbimdekileri dökmek için. türkçeyi özledim. son on günde sadece bir kişiyle yarım saatliğine türkçe konuştum. ana dilimi ingilizce olan bir hayattayım. Londra’nın son yaz günleri. zaten az var. kafamı kaldırıyorum gökyüzüne dalıyorum. mavi gökyüzünü nedenini hiç bilmediğimiz ama uçaklardan ötürü olduğunu tahmin ettiğimiz beyaz şeritler kesiyor en geometrik halleriyle. bir noktadan o kadar sayıda doğru geçerken, iki noktadan bir doğru geçmesi bile insan yerine geometriye aşık olmak için yeterli bir sebep. 

iki. 
balkanlarda iki ülkede üçer hafta geçirdim son iki ayda iş için. atina ve yunanistan hayatı boyunca bir bilinmezlik içerisinde olduğu için ve şu an içerisinde oldukları türbülans uzun süredir geçmek bilmediğinden, insanlardan ne istiyorsun sorusuna karşılık aldığın tek cevap umut. geleceği huzurlu yaşabilmek adına aranan bir sabit ve güzelliklerin yarın olamayacağına dair bir farkındalık. bükreş ve romanya da komünist dönemden tamamen kurtulamadığı için insanlarda basitliğin getirdiği mükemmellik ve bir o kadar da gösterişsizlik var. böyle insanlarla o hatırın sayılabildiği kadar vakit geçirdiğinde kendini de iyi dövebiliyorsun. 27 temmuzda atina’da uzomdan kaçıncısını aldığım yudumu hatırlamazken şunu yazdım: “Bu topraklardan dönerken kendime dair aradığım gerçekliği biraz daha şekillendireceğime eminim.”. doğrudur. 

üç. 
allahın hakkı da olsa tekrarların ilk başlangıcı olduğundan insanı uzaklaştırır. üçüncüsü hatadır. pi’yi de üç almışsan zamanında, insanların tartıya çıkmak istemelerinin sebebini hiç çözememişsindir. ben tartıdan ziyade kantara çıkmayı tercih ediyorum. kantarda kaldıraç etkisi de var. sanırım artık biraz kaldırılmak istiyorum.  kandırılmak değil. bu yaşlarda mı böyle oluyor, yoksa dışarıda yeni bir hayat kurmaya çalışırken mi böyle oluyor, yoksa yalnızlıktan mı oluyor diye üç ayrı sorum var. kantarın topuzu kayar gibi oluyor ama kantar bıçağı devreye giriyor. 

dört. 
cuma gecesi filmin editleri bitip de ajanstan çıktığımızda saat cumartesi sabahının dördünü gösteriyordu. kırklarında iki israilli ile birlikte içimize sineni yapmanın verdiği saf mutlulukla otele doğru yürümeye başladık. üçümüz de çok mutlu olduğumuz için video hakkında konuşmaya başladık. konuştukça da mutlu oluyorduk. bir an durdum. ulan yoksa kurumsal kölelik haline geri dönüp bu aşırı çalışmalardan kendine mutluluk çıkartıp bu işi çekilebilir mi kılmaya çalışıyorsun orospu çocuğu diye sordum kendime. içimde bir yerlerde birlikte, sıfırdan güzel bir şey yaratmanın da verdiği huzur vardı. bütün bu kafayı kırklarındaki iki israilliye anlattığımda önce sok oldular. sonra aralarından beni çok iyi tanıyanı “sen zaten zevk almasan bu işi yapmazsın ve bir noktada gideceğinin biz de farkındayız. sana kurumsal dünyada önereceklerimiz olacaktır ama sen gidene kadar da senden en iyisini almaya çalışıyoruz biz de. bunun zamanla bir alakası yok” dedi. o son cümle bir ömre bedel. 

beş.
arkama dönüp duvardaki aylaklar filminin son karesinden olan iskelenin fotografına bakıyorum. o iskelenin ucunda kaç kişiydik biz? şimdi kaç kişiyiz? hangi iskele bu iskele?

altı. 
bütün ofis altı kişiydi Yunanistan’da. aralarından üçü 19 yıldır beraber çalışıyormuş. beraber yemeğe çıktığımız gecelerden birinde Acropolis’e karşı duble cin toniklerimizi yudumlarken Konstantinos şöyle dedi: “günün birinde üçümüzden birinin planlamada kalıp diğer ikisinin hem planlama hem strateji yapması gerekiyordu, hem ikisini bildiğimden hem de bir hayatım olduğundan planlamayı tercih ettim. ve bundan çok mutluyum”. altı kişinin altısı da birbirinin bütün köşelerini biliyor ve bir bütün olduklarında sunum günü efsane bir performans sergilediler.

yedi. 
ben adamı tanıdığımda yedi yaşındaydık. şimdi 32. aradan geçen 25 yılda hayatımdaki yegane sabitimdi. iki yıldır değil. bu da çok normal çünkü ben hayatımı değiştirdim. o da hayatını değiştirecek umarım da tekrar sabitleşeceğiz. 

sekiz. 
sekiz ay bekledim sen Londra’ya geri döneceksin diye. içimde kalbim ve kendi sesiyle, yukarıda da varsa eğer Allah şahittir nasıl beklediğimi. 256 ay bekledim hayatımın mutlak mutluluğu için. kalbim ve hala yukarıdaysa eğer Allah şahittir. iki yüzlülüğü ellerimle altıma almaya çalıştım. kimi zaman beceremiyorum. bazı şeyleri tek başıma beceremiyorum ve bunları becermek için bir yardıma ihtiyacım varken; o yardımın, içinde olduğum sıkıntının farkına varıp bana el uzatmasını istiyorum. bu istekte çok samimiyim. benim kırılma noktam da bu sanırım. ellerini de çok özledim. 

dokuz. 
yeşil kırmızılı tesbihin tek kalan boncuğu dokuzuncusu. toplamda 17 boncuk var. dokuzuncuyu daha yavaş çektim. gözlerimi üstüne dikip düşündüm. el yapımı tesbihin bütün kıvrımlarını biliyorum. o elin nerelerde titrediğini biliyorum. kalp atışlarının richter ölçeğini çıkartıyorum. göçük altından çıkmak zordur. hep o bilmem kaç saat sonra çıkacak mucizeyi beklersin. 

on. 
lise başlarken dört yıllık ısrarlarımıza dayanamayan okul yönetimi basketbol takımını kurmaya karar verdi. güya antrenman yapacak salonu biz bulacaktık. uzmanlığını voleybol olan beden hocasını basketbol hocalığına ikna ederken de “hocam biz seni seviyoruz, sen başımızda dur yeter” dedikten sonra adnan hoca’nın bizi bırakması üç antrenman sürdü. çoğumuz evlerinde problem yaşayan, kanı kaynayan, karşıyaka’da oturan, büyümeye başlamış, salakça da olsa soru sormaya başlamış gençlerdik. her antrenmanda en az üç kavga çıkıyordu. tabi ikisi benim yüzündendi. koç olarak profesyonel birinin atanması iki hafta sürdü. Yeni atanan koçun cankuşunun çalıştırdığı fatih koleji’nin salonu vardı. Bizim salon eksiğimiz olduğundan, onlar da bizden daha iddialı olduğundan hazırlık maçı yapacak takıma ihtiyaçları vardı. Her hafta çarşamba ya da perşembe günleri fatih koleji’ine gidip maç yapmaya başladık. Her maç en az otuz dakika karşılıklı oynadığım bir adam vardı karşımda. birkaç kez karşıyaka’da görmüştüm. pisliğe pislikle karşılık vermekten çekinmiyor ama sınırı kendi de aştığında özür dilemeyi biliyor, çok zeki asist yapıyor, sağa sola bağırıyor, boş bıraktığında üçlüğü yapıştırıyordu. babımızda birkaç ay kadar çok iyi anlaşacağımız konuşulduktan birkaç ay, birbirimizi son gördüğümüzden yirmi sene sonra aynı rakı masasına oturduk. aralık ayında buluştuğumuzda cebinden ilk yeşil kırmızı tesbihi çıkartıp bana verirken “birader, gurbette mahallenden bir şey görmek iyi gelir” dedi. on numara adam. 

onbir.
o gün sahada devrim - melih, ömür, turgay, suat - kaan, kaya, niko, altan - metin, ibrahim onbiri ve 4-4-2 dizilişiyle sahadayken tabela 2-3’ü gösteriyordu. maçı kenardan izlemek ne kadar zorsa ibrahim’i tek forvette bırakmak tercihine inanmak da o kadar zordu. savunma hattına güvensen de her deplasmana çift forvetle çıkmak çok akıl karı değil. ama bizim hoca göze hoş gelen futbolu tercih ettiğinden, inandığından ödün vermiyordu. ibrahim’in bitiriciliğine güvenip onu ileride tek bırakıp, orta sahayı güçlendirdi. uzatmalara götürdük maçı. penaltılara kalmaması lazım. devamı kitapta. 

oniki. 
tam oniki gün sonra eve döndüm. uçak havalanmadan uyuyakaldığımdan, servisi yapan hostes içecek olarak ne istersiniz diye uyandırdığında gözlerim kapalı sauvignon blanc dedim. sonra da uyuyamadım. iniş saatine kadar dakikaları onarlık dilimler halinde geri saydım. amsterdam üstünden geçerken adaya en yakın olan kara parçasını da geçtiğimizi hissederken içim rahatladı. eve geliyordum. Londra’ya dönüyordum. kısa süreliğine de olsa kendimi evde hissedecektim. tesco’nun önünde inip 12 tane guinness aldım. yarısını bitirdim. evdeyim. 

onüç.
gitme hikayem onaylandıktan sonra beni iş görüşmelerine başlatıp da Londra’ya indiğim gün içimde ne olduğunu anlamaya çalışıp fitili ateşleyen Casten, 13 yaşındaymış Ceausescu’yu balkonda helikopter alırlarken. Ailenin tek çocuğu. o gün gitmeye karar veriyor. Memleketindeki konkura global ekibin başındaki insan sıfatıyla geldiğinde evinde değil otelde kalıyor. ayda bir kez dışarıya yemeğe giden ailesini yemeğe çıkartıp, sonrasında onları eve bırakıp, oteline dönüyor ve bizi dışarıya çıkartıyor. mutlu ve buruk bize dahil olduğu dört gün boyunca. huzurlu musun diyorum baş başa kaldığımıza. "dört hafta var bebeğimi kucağıma almaya, huzurlu olmasam onun doğmasına yardımcı olur muydum ogan” diyor, tonlamayı sonra bırakarak. 

ondört.
otelden ofise her sabah ve akşam yürüdük. tek yöne 14 dakika sürüyor. her sabah kahvaltıda buluşup, iş harici kafamızdakileri ve içimizdekileri masaya döktükten sonra yürüyerek ofise gidiyoruz. akşam da ofisten çıkıp yemeğe pturmadan önce sırtımızdakileri odaya bırakmaya giderken gün sonu alıp yemeğe boş kafa oturmaya hazırlanıyoruz. ben hem gidişte hem de dönüşte kulağıma kulaklığı taktığımdan herkes de anlıyor kendime ayırmak istediğim vaktin kıymetini. bir kişi bile bölmedi on gün boyunca. konkur sabahı herkes sunuma girmiş ve ben otele doğru dönerken yine kulaklıklar kulağımdaydı. çamlık sokağı andıran o yolu yürürken, geleneksel suburban war çalıyordu. iki damla aktı doğal olarak. 

onbeş.
pazar sabahı ofise gitmeden önce çiçekçinin önünde durduruyorum ekibi. atmışlarında bir teyze canından bezmiş dükkanda duruyor. tezgahın önünde ayçiçekleri var. sadakattir diye düşünüyor içim ama bir yandan da pazar gündüzü ofise getirttiğimiz lokal ekibi mutlu etmek istiyorum. farklı bir şey görsünler istiyorum. 
  • 15 sunflowers please.  
  • why 15?
  • there are only 15 sunflowers here. 

onaltı.
bitiyor az kaldı. bitmesi mi, az olması mı yoksa kalması mı iyi. bilemiyorum. 

onyedi. 
elimden düşürmediğim yeşil kırmızı tesbihin onyedi tane boncuğu oldugunu anladığımda iki gün geçmişti. on numara kardeşimin, aralık ayında verdiği ilk tesbihi, armağan londra’ya geldiği zaman kaybettiğimi söyleyebilmeyi kendime yediremediğim ama ona bunu söylememeyi içimde daha fazla tutamadığım o anda cebinden başka bir yeşil kırmızı tesbih çıkardı ve bana verdi. birader bunun hikayesi bu dedi. ben de ona anlattım. bukres’e indiğimde çoktan elime alışmıştı tesbih. on gün boyunca durmadan çektim. boncuk boncuk. excel’de pivot alırken bileğime kayan tesbih, sunum yaparken diğer elime geçiyordu. yatarken avucumda sıkı sıkı sardığım tesbihi duşa girerken yanımdan ayırdığımda kendimi yalnız hissediyordum. eve geldim baş köşeye astım. yeşil, kırmızı tesbih günler boyunca derdimi dinlemişti. derdini başka yollarla anlatan bir insanın elinden çıkan o tesbih “hadi koçum” demişti bana. en güzel köşeye layıktı bunun için. bir şekilde bütün bu ızdırabı çekilebilir hale çevirebilen bir tesbihti ve araç olarak en güzeli görevi layığıyla yerine getirmişti. amacın ise bu hayatta birlikte mutlu olabilmek olduğunu 17 ayrı boncukta anlatıyordu. o da bunun tercihiydi. 

21 Haziran 2016 Salı

dostluk

bu yazının bir kısmını dubai'de bir kımını da londra'da yazdım. cem, 5 yıldır dubai'de yaşıyor. ben ilk kez, iş vesilesiyle onun yanına gittim. londra'ya geldiğimin üçüncü haftası ona bir mesaj attım. çok ayıp etmişim ben seni yalnız bırakarak diye. sonrası aşağıda. 


6 hafta bitti. Alti haftanin dordunu dubai’de, birini valideyle londra’da, kalaninin yarisini izmir’de yarisini da istanbul’da gecirdim. Kimi haftasonlari londra’ya gidip dubai’ye geri geldim. O yuzden su gecirdigim zaman diliminde en buyuk yeri kaplayan Dubai’nin yeri de bende baska. Fair share bu hayattaki en onemli terimlerden biridir. Adalet hepimize lazim olacaktir. 
Dunyanin en eski kitasinda, global olarak cok guclu ama bu topraklarda harcanan bir markayi ajansa kazandirmak icin gorevlendirilmistim birkac insanla beraber. Bu topraklarda kazanmak, diger topraklardakilere istinaden kaybetmekten cok daha zor cunku basa cikmaniz gereken bir de allah var isin icerisinde. Ustelik bir de O’nun butun kitayi arkasina aldigi ramazan ayindaysaniz, diz cokup ibadet etmek zorunda kalabilirsiniz. Ben oyle yapmadim. 
Raki sofrasiyla karsilandigim dubai’den yine raki sofrasiyla ayriliyorum bu gece. Agladigim gece sayisi yemek yedigimden daha fazla, uyudugumla esdeger uyuyakaldigimin karesi. Hepsinde yanimda aslanlar gibi olan Cem vardi. Cem, benim ilk ev arkadasim. 2003’un eylul’unde nereden denklestirdigimizi bilmedigimiz 400 tl’yi ev sahibi Ramazan’a hicbir sey imzalamadan verip, karsiliginda Ortakoy’deki evin anahtarini aldigimizda ikimiz de buralara gelecegimizi bilmiyorduk. O antalya’dan, ben izmir’den bir yola cikmistik, istanbul’da bulusup kendimize sifirdan bir hayat kuruyorduk. Paramiz oldugunda su boregi yiyor, viski iciyor, paramiz olmadiginda dia’nin 1 tl’lik et tabagini tavada kizartip beyaz dimitrakopulo sarabi iciyorduk. Senenin tamamina yakininda ikincisiyle beslendigimiz icin gelisimimiz 20 yasina gelmeden durdu ikimizin de. Biriken bulasiklari yikamak icin pis yedili oynuyor, herhangi bir isinma sistemimiz ve televizyonumuz olmadigi icin kis gecelerini, bir bana biri cem’e olacak sekilde esit paylastirdigimiz iki seritli elektrik sobasina bakarak geciriyorduk. O evde bir dunyanin temellerini attik biz. Hic kopmadik. Birbirimize kizdik, kustuk, gulduk, agladik ama hep birbirimizin yaninda olduk.  Aradan 13 sene gecmisken, butun gecen zamani yad ettik cunku zaman sadece gecer. Onemli olani ona karsi aslanlar gibi durmaktir. Biz oyle yaptik. Aramizda bir anlasma yoktu ama sevgi ve saygi vardi. Bundan 13 sene sonra nerede bulusuruz bilmiyorum ama birbirimize soz verdik her sene eylul ayinda donusumlu olarak birimizin belirleyecegi bir yerde bulusacagiz ve bes gun gecirecegiz. Sadece ikimiz. Bu dostluk ikimizin de verebildiginden fazlasini hak ediyor. 
Iliklerime kadar terk edilmeyi yasadigim, her seyi daha derinine kadar sorguladigim, paralar icerisinde bes parasiz,yapayalniz kaldigim, yoruldugum, tasikardilar yasadigim, kanter icerisinde kaldigim hayatimin bu doneminde cem bana kollarini acti, yatagini verdi, her sabah ise birakti, aksam evde yemek yapti, benimle beraber agladi, beni guldurdu, beni dusundurdu, beni sarsti ve en sonunda bana kalp masaji yapip bana yeni bir can verdi. 
Turlu zorluklara ve sahiplerinin baska oldugu afrika ve ortadogu’da iki tane aslanlar gibi sunum yaptik. Kimse bunu beklemiyormus, biz de beklemiyorduk zaten amina koyayim. Biz de hayatin bu kadar zor olacagini beklemiyorduk 13 sene once ortakoy’deki evde tek derdimiz karsimizdakinin elinde kac tane yedi oldugunu ve bulasiklari yikarken ellerimizin ne kadar donacagini dusunurken. Ama insan evriliyor, devriliyor, sekilleniyor, bir seyler oluyor iste insana.
Simdi dubai’den donuyorum. Uc yildir uzattigim saclarim artik yok, bacaklarimda curumus etler, kolumun altinda Ummu Gulsum plagi ile eve dönüyorum. bir mekan olarak eve dönsem de evimin içi boş. biliyorum. 
kapıyı açıyorum. koşarak arka balkona doğru gidip, ben/biz londra’dan giderken yumurtalarını bize bırakan kız kuşu arıyor gözlerim. kabuklarını kırıp da dünyaya gözlerini açan iki canlı görüyorum. gözlerim doluyor. nasıl dolmasın amına koyayım. iki hafta önceden kalan ekmeklerin artık çok bayatlamış olacağını düşünerek evden geri çıkıyorum. bakkala gidip bir ekmek alıyorum. ıslatıp, un ufak edip balkondaki saksıyı evleri kabul etmiş kız kuşun evlatlarını ellerimle besliyorum. pederi arıyorum, gününü kutluyorum. baba kuşlar diyorum, yoksa olmuşlar mı diyor. olmuşlar diyorum. olmayan her şeyi kastederek. onlar kırılgan olur dikkat et diyor. sonra beraber milli takıma sövüyoruz. 

cem, beni yeniden hayata döndürdü. kimse bilmiyor ama öyle oldu. insanlar karşısındakilerden beklenti oluştururken onların kendilerinden farksız olduğunu anlamadı. kimse değil ama herkes kendisini tanımadığı için karşısındakini başkası zannetti. kimse ise kendisini karşısına alamadığı için kendisine başkalaştı. ben ona inanıyorum ve O bana inancımı yenileme şansı verdi. Cem, bundan sonra bütün bulaşıkları ben yıkayacağım kardeşim. 

18 Mayıs 2016 Çarşamba

kum

42 derece sicagin altinda sigarami yakiyorum. Icime cektigim dumanin damarlarimda dolasimini hissediyorum. Derimin altinda yuruyen bir ordu var. kalbim agzimdan cikacak gibi oluyor. Tutmaya calisiyorum. Sicak icimi yakiyor. Kafami kaldiriyorum. Gokyuzu beyaz. Sari gibi. Kum var her tarafta. Hem kum var hem sicak ama deniz kenarinda degilim. Yagmur yagiyor ama su degil bu. Kum bu. Kum yagiyor. Semsiyelerini acanlar var. kalbim beynime geciyor. Kafam buyuyor. Kumlar kafama yapisiyor. Saclarimin arasindalar. Kulaklarimin icine kadar giriyorlar. Yagan kum cok siddetli. Dizlerime kadar geldi. Kafam buyuyor, onune gecemiyorum. Kalbim yerine geri donuyor. Cikmak istiyor. Gitmek istiyor. Bu bedene ait degilim ben diyor. Hicbir sey yapamiyorum. Sigarayi kalbime sonduruyorum. Bir sigara daha yakiyorum. Hicbir sey yemedigimi dusunuyorum. Viski cekiyor canim, keske dun geceki siseyi bitirmeseydim. Keskeler var artik. Kafam agir geliyor, tasiyamiyorum. Basimi egiyorum, kalbime bakiyorum. Attikca atiyor. Telefonum titriyor. On bes dakika sonraki toplantiyi hatirlatiyor. kendimi kuma birakiyorum. Kalbim agzimdan cikiyor. Diz cokuyorum.  Kalbimi kusuyorum. Kan kirmizi. Her yer kan kirmizi. Her sey akiyor. Kan, ter, gozyasi, kum, sicak, zaman. Bobregimi kusuyorum. Ic organlarimdan disariya dogru bir basinc var onune gecemiyorum. Karaciger, akciger, endoplazmikredikulum, dalak her sey cikiyor. Kalin bagirsak kusuyorum. Sekiz metre. Kuculuyorum. Cok kucuk kaldim. Sadece kafa var. terliksi hayvan oldum. Hayatim sikildi hayatim. Hepsi bitiyor. Ben de bitiyorum. Kucucuk kaliyorum. Binaya giriyorum. Asansor bekliyorum diger insanlarla. Beni gormuyorlar. Gormesinler de zaten. 36.katta iniyorum. Toplanti odasina giriyorum. Kazanacagiz bu konkuru arkadaslar. Her seyi kaybedecegiz ama kazanacagiz. Her seyi kaybetmemiz lazim. Hadi her seyi kaybedelim. Kaybolun. Her seyi kaybedelim ki kazanalim. Herkes korkuyor. Korkmayin. Korkmak yok. Kaybetmek var.