altay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
altay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2013 Çarşamba

iki izmir belediye başkanı arasındaki fark

biri 99'da izmir belediye başkanlığına oturdu. 28 mart 2004'te ikinci dönem için de başkan seçilmesine ragmen 15 haziran'da beklenmedik şekilde buralardan göç etti. o hayatta olsa izmir de, izmirli de ve belki chp de farklı yerlerde olabilirdi. aşağıdaki fotosu 2002 yılında biz birinci lige çıktığımızda yaşanan kupa seramonisinden.

aziz kocaoğlu, piriştina'nın ölümünden sonra bornova belediye başkanlığından izmir belediye başkanlığına terfi etti. halen de başkan. izmir'in belediyecilikte ne kadar yerlerde süründüğünü anlatmaya gerek yok. fotograf ise bu pazar yaşanan fenerbahçe seçimlerinden. 

iki resim arasındaki fark izmir'e dair her şeyi özetliyor.
aziz kocaoğlu da artık kütüğü kadıköy'e aldırsın.  



24 Aralık 2012 Pazartesi

Altay Klubü Başkanı Sn.Hızlıok'a Açık Mektubum Var

Altay Spor Klubünün son iki dönemdir başkanlığını gerçekleştiren Ömer Hızlıok’u başarılı bulmuyorum. Bu koltuğun artık uzun vadeli planlar yapabilen, görev paylaşımını doğru delege edebilecek yönetimlere ihtiyacı olduğu açıkça görülmektedir. 2003’teki İstanbulspor maçından itibaren altı sene boyunca, o seneyi kurtaracak yönetimler geldi ancak hepsiyle maddi ve manevi anlamda aşağıya düştük. Kol kırılır yen içinde kalır dediler, iç kanamadan ölmek üzereyiz camia olarak. Tam da devre arasına denk gelen bu dönemde Altay Spor Klubü’nü düzlüğe çıkartacak bir yönetim ihtiyacında olduğumuzu düşünerek Sn.Hızlıok’a kendi sözü olan “istifa etmek de bir hizmettir” cümlesini bir kez daha hatırlatıp, aşağıda saydığım hizmet edemeyişlerinin üstüne bir hizmet bekliyorum.

1- Sn.Hızlıok yönetime girdiğinden beri cebinden, klube koyduğu parayı ibraz edebilir mi? Özellikle cebinden diyorum. Başkanlık sıfatının hakkını vermek, yönetimdeki insanlara öncü olmak adına bu para verilmeli gerekir diye düşünüyorum.

2- Eğer gerçekten biraz para koyduysa (özellikle biraz diyorum, tutar belirtmiyorum) özrümü dilerim, teşekkür ederim.

3- Gelir ve gider durumu ortada olduğu için yönetimin cebinden para çıktığını biliyoruz (bu konuda yönetimdeki herkese teşekkür ederim). İki yıldır, yönetimde cebinden para verip de dükkanlarına haciz gelenler, iflas bayrağını asanlar var mı, yok mu? Var, ben biliyorum.

4- Geçen seneki federasyon seçimleri öncesinde, anadolu birliği toplantısı izmir’de yapılacakken yapılmadı. Diğer önde gelen klup başkanlarına Ata Aksu’ya oy vereceğini belirttikten sonra, (Ata Aksu adaylıktan çekilse dahi) manevra yaparak oyunu Demirören’e vermesi kimi insanlar tarafından açıklanabilir olsa da Altay klubünü temsil eden başkanın, tüm Türkiye’ye örnek konuşmasından sonra bu hareketi yapması ayıptır, güven kırıcıdır, doğru değildir. Bugün birçok anadolu klubünün başkanı, en başta bu yüzden Sn. Hızlıok hakkında olumsuz tabirler kullanıyor. Ama Sn. Hızlıok Demirören’e sonuna kadar güveniyor
(http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=20021591) .

5- Geçtiğimiz sene tesislere yapılan “başkanlık odası”nın maliyeti nedir, daha da önemlisi bunu gereği var mıdır? Bu odanın maliyetiyle klupte aylardır maaş alamayan personelin maaşı karşılanamaz mıydı? (http://www.yeniasir.com.tr/Spor/2011/10/08/bir-proje-de-altaydan)

6- Tesislerdeki yemekhanenin dönmesi için çıkartılması gereken para (aylık yaklaşık 1.000TL), yönetimdeki birtakım insanlar tarafından karşılandıktan sonra muhasebede masraf kalemi olarak gösterilip neden tekrar aynı insanların cebine giriyor?

7- Son üç kamp döneminde binilen uçakların, kalınan otellerin masrafının ödenmemesiyle birlikte üç tane turizm acentasının ocağına incir ağacı diken bir klubün başkanı olmak Sn.Hızlıok’u rahatsız etmeyebilir ama benim tuttuğum takımın bu şekilde anılması benim canımı acıtıyor. (http://www.gazeteyenigun.com.tr/spor/107507/altay-siftahi-yapti )

8- Bir buçuk senedir ortak iş yapılan birçok mecraya güvensizlik ortamı yaratıldı, gelen futbolcular paralarının yarsını bile alamadan ya federasyona başvuruyor ya da bonservisi alacaklarına sayılıyor. Böyle mi yönetiliyor Altay klubü?

Yukarıda saydıklarımın hepsi klubün itibarını zedeleyen konular. Mayıs 2008’de Emin Önal’ın başkan adaylığı durumu söz konusu olduğunda da bir yazı yazmıştım, herşeyi ortaya koyarak, bilenler bilir. Özetle şunu diyorum; gencecik çocuklar aslan gibi top oynuyorlar ellerinden geldikçe, buna asla lafım yok ama Altay klubü başkanlığı hesapsız, kitapsız yönetilecek bir merci değildir. Hesapsız, kitapsız gelinip de hakkında olumsuz konuşturacak fırsatlar verilmemesi gerekir. Birçok gelir ve gider üstüne doğru iş planının oluşturulup yönetilmesi gerekir. Klüp yüzüncü yılına gelmişken bu reputasyonu değiştirmemiz gerekiyor. Bu reputasyon hem bizi lekelemeye devam edecek hem de şu anda ucunda bulunduğumuz o uçurumun derinliklerine gömecektir. Bunları bilenler yok mu, tabiki de fazlasıyla var. Daha önce de belirttim, birtakım gerçekler su yüzüne çıkana kadar, bu klüp kurtulana kadar maddi ya da manevi elimden geldiğince taşın altına elimi sokmaya hazırım. Herşeyin öncesinde bu yönetimin görevi bırakması lazım. Sn.Hızlıok, lütfen istifa.

11 Kasım 2012 Pazar

Altay 10.Hafta

on haftanın özetidir bu: Sen nezir ile bora'yı motive edersen, serhat da cezadan dönünce üç transfer yapmış olursun. bu çocukları takıma kazandırmak hocanın görevidir. bizim transfere değil vizyona ihtiyacımız var. sen içeride 60.dakikada tek forvete dönersen, maç sırasında yaratıcılık getirecek iki adamı kadro dışı bırakırsan, hem 38'lik apak'ı hem de gencecik çocukların öperek tribüne koştukları armayı yere atan kuday'i 90 dakika oynatırsan, kusura bakma hoca ama biz de sana tepki gösteririz. tamam hiç birimizin antrenör lisansı yok ama biz de beyzbol izleyerek büyümedik.

25 Mayıs 2012 Cuma

babam, ben ve altay

sene 97, agustos'un onu. babam 12 numaralı 73 yılından kalan altay formasını sırtına geçirmiş, bana da kestelli'den çubuklu forma almış, elimden tutuyor "hadi artık zamanı geldi" diyor. albatros'ta yeri hazır. aziz peder'e, rahmetli phantom ömür'e, yaşa mehmet'e rakı doluyor bana da rakı bardağında bira. yaşım onüç ve o an farketmiyorum yıllar boyu peşinden koşacağım sevgilimle tanışacağımı. maça başlarken giriyoruz.

o sene altay iddialı. trabzon'dan lemi'yi almışız, romen ekolüne kapılıp üç transfer yapmışız, alaçayır daha genç yetenek sağdan bindiriyor. o zamanlar alsancak stadında balkon tribün de altaya verilirdi diye hodri meydan açığın sol tarafında. dakika atmışta başımıza taş yağıyor. en güzel aşk can yakanmış, daha onüç yaşında anlıyorum.

seneler geçiyor, ben istanbul'a yerleşiyorum. altay maçının olduğu günlerde hayatın "pause" tuşuna basıyorum, sonra aldığımız sonuca göre hayatıma devam ediyorum. istanbul'daki ilk senemde küme düşüyoruz. maç şaibeli. şimdi "kocaman" duruşu olan bir adam o zamanlar 500 milyarı cebe indiriyor, adamlarıyla paylaşıyor ama yıllar sonra aynı dertten müzdarip olduğu iddiasıyla medyanın karşısına geçiyor. özetle istanbul'a kötü bir başlangıç yapıyorum, yıkılıyorum.

aradan geçen yıllarda umutla deplasmanlara gittik. üstüne ankara'da, istanbul'da hüsranlar yaşadık. her final öncesinde babamla telefonla konuştuk. hayat boyu bana umut veren adam olduğu için, her maça girmeden önce "bu sene sizin seneniz, biz bu takımın güzel günlerini çok gördük, sıra sizde" diyordu. ben onu iki saat sonra aradığımda ise telefonun diğer ucundan gözyaşıma gözyaşı katıyordu.

geçen sene şöyle bir geriye dönüp baktım. siyahla beyazın üstüne, bir çubuklu formadan fazlasını yüklemişim. renkleriyle, deseniyle, amblemiyle, yıllar önce basına yansıyan soyunma odasında coşkuyla duymaya alışılan marşıyla iki rengin arasına bir hayatı gizlemişim. adıyla bir semti olmayıp, alsancak'ta büyüyen altay'ım, değişen tüm hayat gerçeklerine ragmen merkezde tuttuğum tek gerçek haline gelmişti. gerçek o kadar gerçektiki bir sabah kendimi gazetelerin manşetinde görüyordum eskiden altay başkanı olan federasyon başkanının çocuklarını kaçırmakla tehdit ettiğim için. oysa tek istediğim adil düzene dair bir hakem ve temiz kalplilikle; altay'ımı, ligde kalıyor olmasına ragmen kazanırken görmekti. yapamadım, sinirime yenik düştüm. yanlış iki kelimeyle kendimi devletin en büyük mercisine karşı altay'ı savunurken buldum. ama siyahımızda asilik, beyazımızda asalet vardı ve liverpool tribünlerinde yazdığı gibi de adilik gerektiğinde asil bir duygu olabiliyordu.

geçen pazar küçükçekmece'nin tepecik semtindeydik çünkü artık üçüncü ligteydik ve semt takımlarıyla oynuyorduk.iki hafta önce beraber bozüyük'e gittiğim babamı gaza getirmeye çalıştım maça gelmesi için, oralı bile olmadı. bozüyük'te gördüğü çubuklu forma ona yetmişti ve "artık ben o formayı bir daha öyle göremem" diyordu. bu arada babam artık benimle yaşıyor ve hayatta paylaştığımız en büyük gerçeklik altay.

pazar günü tepecik'te, halı sahada altay forması giyen onbir kişi izliyorduk. yönetimin amatörlüğüne, divan kurulunun rant kavgalarına, teknik heyetin beceriksizliğine, futbolcuların ruhsuzluğuna aldırmayan yaklaşık otuz sevdalı, kendi imkanlarıyla oradaydı. murat abi'ye, semih abi'ye, deniz kardeşime, meriç kardeşime, turan'a baktım hepimiz aynıydık. herkesin hayatı başkaydı ama o doksan dakika boyunca hepimiz aynı sevgiliye aşıktık.

ilk golü attık, verilmedi. sonra fatih egedik tüm bu yazdıklarımı yoksayarcasına bizi reddetti, sonra ilk golü ardından da ikinci golü yedik. altay gözlerimizin önünde eriyordu ve biz sevdalılar ancak seyirci olarak kalabiliyorduk sahadakilere. son düdükten sonra iki güftelik küfür ettik çubukluyu giyenlere. onlar çubuklu giyiyordu sadece çünkü o giydikleri altay forması değildi. ertesi gün herkes alacağının peşinde koşacaktı ve gelecek sene hangi takıma imza atacakları zaten belliydi.

bizim sadece seneye hangi ligte olacağımız belliydi. az önce saydığım isimler orada olur mu bilemem ama ben artık olmayacağım. eve döndüm. çubuklu formamın, büyük altay pankartımızın, store'dan aldığım herşeyin üstüne gazı döküp yaktım. yakarken de onüç yaşımdan itibaren yaşadığım her maçı tek bir film şeridinde gözlerimin önüne serdim. herşey kül dolu. kuzenim altay'ın telefonlarını açamadım iki gün boyunca, ona bunları anlatamazdım anca bu yazıyı okuyunca farkına varır. ben altay'ı seviyordum, sevdiğime tecavüz ettiler gözlerimin önünde seneler boyunca. artık dayanamıyorum. şu da vasiyetim olsun benim tabutumu türk bayrağıyla değil altay bayrağıyla sarsınlar, cemaat de büyük altay diye bağırsın.

ben doğumgünümde bu pastaya mum üflemiş adamdım.
saygılarım ve affım ricasıyla.

27 Mart 2012 Salı

altaylı


siyah beyazmış onun dünyası
tek varlığıymış kutsal forması
kafası güzel
boynunda atkı
kim bu diye sorma o bir altaylı

23 Ağustos 2011 Salı

altay deplasman haritası


harita altay'ın bu seneki deplasmanlarını gösteriyor. istanbul ve cevresinde dört maç var. bilecik ile balıkesir'i de eklersem altı ediyor. iskenderun eylül sonu, o zaten garanti. urfa ilk maç, sezon açılışı. of maçına gidip deniz kenarında hamsi, rakı da keyifli olur. ankara her zaman soru işareti. bir kere yüzüm gülerek donmedim o gri şehirden. malatya plase. diyarbakır, çorum, konya ve tokat'a gitmeyi de aklımdan bile geçirmeyeyim bir zahmet o kadar aklım kaldı.

son on yılda yerel derbiler hariç hiç bir gün yüzümüz gülmediyse de,
her sene hüsranla sona erdiğinde bu kez son desem de,
o hüsranların son dakikalarını içimde bitmek bilmeyen bir umutla hayata isyan ederek izlesem de,
alemin kralı her sahaya çıkışında, sahadaki isimleri gözetmeksizin o çubuklu formayı her gördüğümde gözlerim dolsa da,
iki rengin arasında bana hayatın anlamını saklama hissini verirken, bana sadece o siyahın kederini yaşatsan da,
seni yönetenler, senin adını ağzına alamayacak adamların, takımların diline düşürse de,
sen bizi her sene aldatsan da, her sene üzsen de,
bırak süper lige çıkmayı, üçüncü lige düşsen de,
ALTAY'ım...

sensiz geçen günlerin amına koyayım...





16 Mayıs 2011 Pazartesi

nowadays #11

ben yazamıyorum ama yazanlar var. babamın kuzeni, Bülent Abi. yaşadıkları ve seçimleriyle iz bırakanlardan. dün üşenmedi kalktı karşıdan geldi, oturalım biraz dertleşeşim dedi. yaşı benimkinin tam iki katı. gördükleri de. dün gece eve dönünce yazmış hepsini.

Bülent Ulaşan'ın kaleminden;

Dile kolay. Tam 44 yıl. Aşağıda bahsedilen maça kadar hangi takım taraftarı olacağıma karar verememiştim. Hatta Avrupa başarıları nedeniyle Göztepe’ye de meyilliydim. Ancak, bu maç sonrası Kordon’da Sarı Erol ve bir grup Altay’lının davul zurna ile geçit yapmalarını unutamam. Takip eden akşamların birinde de Sevinç’in karşısında Talatpaşa’nın girişindeki (bizim eve doğru) köşede büyük dut ağaçlarının altında İlyas’ın sonradan ortağı olan Nazif Usta’dan cola – sandoviç almıştım ki, karşımda Sarı Erol’u gördüm. “Ulan”, dedi, “burası Alsancak, başka takım taraftarı olmak yok.” Sonra da “ya Altay’lı olursun ya da seni babana şikayet ederim” diye ekledi. Sanki Altay’dan başka takımı tutmak suçmuş gibi. Hem kısmen babamdan korkudan, hem de kısmen Göztepe gibi bir takımı yenmenin gizli gururundan Altay’lı oldum. Sonra da hiç kopamadım.

Nereye gidersem gideyim o sevgili hep benimle geldi. İngiltere’de sırf Altay maçlarını dinleyeyim diye aldığım yarım bavul büyüklüğünde radyoyu her yere taşıdım. Dinleyemediğim her maç sonrası cebimdeki son parayla annemi arayıp maç sonuçlarını öğreniyordum. Zafer, Yeni Asır’ın spor sayfalarını sıklıla gönderdi. Yurt dışına gittiğim her yerden bir şekilde telefon bulup hep Altay’ı sordum. Hep onunla mutlu olup, onunla üzüldüm. Başımdan geçen bunca olaya rağmen hiç bir şey beni Altay kadar sevindiremedi ve onun kadar da üzemedi. (Yakınlarımın ölümleri hariç tabii ki.)

Lise, Üniversite, Askerlik yıllıklarında hep aynı şey yazılıyıdı. Altay’a ve İzmir’e olan sevgim. Yıllıkları yazanlar bunlar olmadan Bülent Ulaşan’ı anlamanın mümkün olmadığını her fırsatta belirttiler.

Üniversiteye başladığımın sanıyorum ikinci yılıydı, 1986 ya da 1987. Sömestr tatili için arkadaşlar ile İzmir’e trenle gitmeye karar verdik. Bir sonraki günde Altay – BJK maçı vardı. (3-1 yendik). Ben de gidişi tabii ki maça denk getirdim. Kompartmanda yaşlıca ve iyi giyimli bir beyefendi vardı. Maça gittiğimi öğrenince benimle çok ilgilendi. Kendisi spiker Can Akbel’in babası, Danyal Akbel’di. Altay’ın kuruculurından. Bana Altay amblemini nasıl bulduklarını ve bir Hollanda gezisinde o zaman çok nadir bulunan siyah laleyi gördükleri anda nasıl hemen amblem olarak kullanmaya karar verdiklerini anlatmıştı. İnanılmaz etkilenmiştim. V.s v.s

Ben ise kütüphanemde her zaman gözümün önünde duran ve her sabah kalkınca bakmaktan bıkmadığım siyah lale amblemini dün nihayet söktüm.

Artık çok yorulduğumu hissediyorum. Bu sevgiyi, sevdayı, aşkı daha fazla taşıyamayacağım galiba. Dün Namık telefon ettiğinde, bana hediye ettiği Altay eşofmanı ve atkıyı yüklüğe kaldırıyordum. Düşmek bir nebze ama eski sevgiliye veda etmek hakikaten zor oluyor.

Bu 44 (toplamda 55) senede neler yaşadım neler. Her şey geldi geçti, bir tek Altay benimle kalmıştı. Şimdi o da gidiyor.

Sağlık olsun ne yapalım. Kısmet böyleymiş.


.....
Bir zamanlar İzmir
16 Mayıs 2011
BARCELONA’NIN kadrosunu bir çırpıda sayarım.
Tıpkı Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray gibi.
Manchester United’ın, Real Madrid’in, Arsenal’in, İnter’in, Chelsea’nin, Bayern Münih’in, Milan’ın, Liverpool’un futbolcularından çoğunu da bilirim.
Tıpkı Trabzonspor ve Bursaspor gibi.
Ama yaşadığım şehrin futbol takımlarından habersizim.
“Karşıyaka’dan, Buca’dan, Göztepe’den, Altay’dan tek kişinin adını söyle” deseniz...
Söyleyemem.
Neden?
Futbol hayatımızın bu kadar içine girmişken... Hatta içimize işlemişken, yanı başımızdaki ve bir zamanlar uğruna yollara döküldüğümüz takımların neden çok uzağındayız şimdi?
* * *
Mesele “iddia” sözcüğü ile özetlenebilir herhalde.
İddian yoksa...
Yoksun.
Oysa...
Böyle miydi eskiden?
* * *
Misal, geçen çarşamba gecesi Beşiktaş ile İBB, Türkiye Kupası finalinde karşılaştılar. Uzatmada da 2- 2’lik eşitlik bozulmayınca maç penaltılara kaldı, sonuçta Beşiktaş kazandı.
İlginçtir.
1966-67 sezonunda oynanan Türkiye Kupası maçı da 2- 2’lik skorla bitmişti.
Finalin rakipleri ise Altay ile Göztepe’ydi.
İki İzmir takımı yani.
Kupayı Altay almıştı ama “alış şekli” de çok ilginçti.
Kupa “kura atışı” ile Altay’a gitmişti!
Asıl önemlisi...
Elbette İzmir’in taşıdığı iddia idi.
* * *
O iddiayı kanıtlayan başka bir bilgi vereyim.
Yine 1966-67 sezonunda 1. Lig’de İzmir’den kaç takım vardı, hatırlayan var mı?
Sıkı durun.
Tam beş takım vardı:
Göztepe, Altay, Altınordu, İzmirspor, Karşıyaka.
Ya önümüzdeki sezon kaç takım olacak.
Hiç.
Tıpkı 2003- 2004, 2004- 2005, 2005- 2006, 2006- 2007, 2007- 2008, 2008- 2009, 2009- 2010 sezonlarında olduğu gibi.
Maalesef.
“Acı gerçek” bu işte.
İddian varsa...
Varsın.
İddian yoksa...
Yoksun.
O kadar ki:
Yokluk malul olunca, en yakınındakiler bile tanımaz seni!

nowadays #10



west ham da altay da düşüyor yazmışım iki ay önce twitter'a. ikisi de düştüler. çok şey var yazılacak da hiç bir şey yazamıyorum. tadım yok, içim acıyor. biz ne anlamlar yüklemişiz iki rengin altına pazarın akşamüstüsünde fark ettim. olmayınca olmuyor.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

umuda yolculuk

koskoca senede altay hakkında dört tane yazı yazmışım. bunlardan bir tanesi amcamın vefatiyle ilgili. digerleri de anlık artçı altay şokları üstüne yazılan yazılar. boşa geçmiş bir sene altay adına ve bendeki altay adına.

istanbula yerleştigimin ilk senesi. senenin son maçı. istanbulsporla oynuyoruz güngören stadında. yenersek ligde kalıyoruz, yenemezsek küme düşüyoruz. beraberlik sonucunda kulaklar başka şehirlerden gelecek skorlarda. rakip onsekiz yılımdan sonra bana yuva olan ama kalabalığının arasında beni nasıl yok edeceginin planlarını çoktan yapmış şehrin adını almış takım (sonrasında şehir pes etti, şehrin takımı da küme düştü). maçın oynandığı stadyum ise ilk senemde asla evim diyemediğim, ancak kapısından girip merdivenlerini çıkıp, odama girince bana kalınacak bir yer oldugunu hatırlatan, göç edenlerin "hadi gelin, siz de burada gününüzü görün" diye buyur edildiği, türkçenin konuşulmadığı, şortla gezilmediği, onikiden önce içki alanlara ters bakıldığı, onikiden sonra sokağa çıkmanın tehlikeli ve yasak oldugu güngören.

doksan dakikanın sonucu hüsran. tribünde kuzenim, arkadaşlarım, yıllarca babamın yanında gördüğüm ve artık onun yerine geçtigim için beni kabul eden babamın arkadaşları, herkes darmadağın. hiç alışık olmadığı ikinci lige düşmüş, biz orada ne yaparız sıkıntısı. yeni dostlar, yeni arkadaşlıklar, tutunacak yeni dallar edinmek zorunda kalan bir göçmen gibi.

geçen yılların ardından direkten dönmeler, son dakikada yenilen goller, kaçan penaltılar, verilmeyen goller, hakem hataları, beceriksizlikler, boş kaleye atılamayan goller, bunların hepsi var. hayatın ta kendisi gibi. tek farkı hayatta yaşananlar bir düdükle sona ermiyor. bu hem iyi hem kötü. ama o son düdükler bize hep kötü sonuçlar getirdi bugüne dek altay adına. hayat... onun da bugüne dek geçen günleri çok güzel sonuçlar getirmedi genel toplama baktığımızda. yavaş yavaş toparlıyoruz bu sene.

yıllardır bulunduğu yeri hazmedemeyen camia, taraftarıyla, yönetimiyle, futbolcusuyla bu sene her zamankinden daha agresif. her sene yukarılara kadar çıkıp son maçta kaybetmeler herkesi çok yıprattı ve bu sene son haftaya küme düşme hattında girerken farkına vardı herkes neler olup bittigini. biz o kadar alışkındıkki aslında yukarılarda olmaya, kendimizi bir anda dipte bulunca şuurumuzu kaybetmiştik. aynı hayat gibi. geçirdiğim bir senenin bende açtığı yarayı kendi elimle dikmeye çalışıyordum. ne iğne almıştım bugüne kadar, ne iplik. ben hep kapanmayan yaranın beş santim altından, beş santim ustunden kesilmesinden yanaydım.

geçen iki haftada dilimin, fikrimin başıma açtıklarını düşününce ise sadece gülüyorum. hayatımda bunca uzun zaman inanabildigim, bana yıllardır her sene farklı heyecanlar yaşatan hiç bir varlık olmadı. altay'ı listenin başına yazıyordum her testin ilk sorusunda. toplumun getirdiği bir takım inançların hepsini reddetmiştim ve kendi kendime, kendimle yeten bir yol çizmiştim. bunların arasında topluluk olarak inandığım sadece ve sadece altay'dı. azınlık olmak da güzel geliyordu. maça giderken o formayı giymek, gittiğim her maç öncesi aynı insanların orada olacak olması, devre arasında atak yaptığımız kaleye doğru kapalıda yer değiştirmemiz, öncesinde albatros'ta içilen biralar. bunlar da ibadet şekillerimdi benim. demokrasiyi reddetmiştim, babadan oğla geçen saltanatlık sistemiyle yaşantımı sürdürüyordum kimi zaman cumartesileri, kimi zaman pazarları.

inandığım her varlık ve yokluk için sonuna dek mücadele ettiğim için ve bugüne dek inandığım her şeyi de bir gün kaybettiğim için altay'ın göz göre göre küme düşürülüyor olması da artık canıma tak etti. dil ve kemik ilişkisi bende son derece ensest olduğu için de kelimeler ağızdan çıkarken vize kontrolü yapmıyorum. neyse o.

yarın son görevimi yapmak adına adana deplasmanına gidiyorum. yenersek, yenilirsek, berabere kalırsak böyle olur senaryolarını bıraktım. bu kez içimde bir umut, kazanıp kendi göbegimizi kendimiz kesecegiz diyor. diger tarafım da gerçekleri görüp, çoktan düştüğümüzü biliyor. biraz umut, biraz azınlığın başkaldırısı ama en fazla da inandıklarının peşinde koşma arzusu...

sabah uçağın tekerlekleri adana'ya indikten sonra neler olacak bilmiyorum ama son kez formanda ter olmaya geliyorum büyük altay. babamın da bıraktığı gibi mi bırakacağım seni bilmiyorum altay ama telefonun diger ucunda babam bana sakın gitme adana'ya derken, içinin adana'ya gelmek için can attığını ve benim yerimde olsa en önde gidecegini biliyorum.

12 Mayıs 2011 Perşembe

15.05.2011 tarihli ADANASPOR-ALTAY Bank Asya ligi Karşılaşması Hakkında

Bugün internet ve gazetelerde çıkan haberlere göre ilgili maçın oynanacağı statta Adana ili Güvenlik kurulu kararı misafir takım taraftarı alınmayacakmış. Adana İl Güvenlik Kurulu son günlerde yaşanan olayları da emsal göstererek Altay taraftarlarının Adana'da tribünlere alınmamasını kararlaştırmış.

2001 yılında Diyarbakır'da oynanan Diyarbakır-Altay maçında Altaylı taraftarlar maça alınmadığı gibi oyuncuların soyunma odasına da gaz verilmişti, ayrıca oyuncular çıkış tünelinde belinde tabancalar olan kişilerce ölümle tehdit edilmişti. Maçı naklen yayınlayacak olan TRT kurumunun kabloları kesilerek maç naklen yayını engellenmişti.

O tarihte o maçı yöneten Bünyamin Gezer, Pazar günü oynanacak Adanaspor-Altay maçına yeniden niye görevlendirildi acaba?

Bu defa "Sporda şiddet Yasası" bahane edilerek maça karşı takım taraftarı alınmıyor. Aynı gün TRT kanallarında üç yayın var iken bu maç yayınlanmıyor. Ligde hiçbir iddiası bulunmayan Diyarbakır-G.Antep B.S.B maci naklen yayinlaniyor. Maçın oynanmasına sadece 3 gün kala, taraftar organizasyonunu yapmış Altay taraftarını, değil stada, Adana'ya alınmama kararını alındı. Bu kararı il güvenlik kurulu alırken, diğer merciler bu kararda ne kadar etkili oldu acaba?

Bu kararı alan il güvenlik kurulunun başında ki isimlerden Adana Emniyet Müdürü Mehmet Salih Kesmez'in aynı zamanda Adanaspor yöneticisi olması doğru mu? Doğru ise bu kararın objektifliği hakkında TFF nezdinde bir soruşturma olmayacak mı acaba?

Bank Asya liginden düşecek son takım maçlar oynanmadan masa başında belli oldu mu? Bu takım ALTAY mı?

Lütfen yukarıdaki sorularıma cevap veriniz.
Lütfen bu rezalete önceden el koyun ve oynanan kirli oyunlara müsaade etmeyin.
Adanaspor-Altay maçına konuk taraftarların alınmasını ve maçın naklen yayınlanmasını istiyorum. Gereğinin yapılmasını rica ederim.

17 Şubat 2011 Perşembe

daltonların ilk firesi

16 yaşında bir kadeh rakı koydu önüne babası. kitaplara konu olacak bir rum evinin terasında, meşhur alsancak esintisinin gölgesinde. o günden sonra vedalaşmadı rakıyla. artık azalttı diyorlardı. günde bir 70'liğe düşürmüş. çok sessizdi, hiç konuşmazdı. belki en başından tepkisini koymuştu. çok yakışıklıydı o eski dar paçalı, kesik kollu fotograflarda. siz gidin, ben arkadan geliyorum der gibiydi her seferinde. kızı hande'yi kaptan çok severdi. kendi kızı gibi çoğu zaman, belki de ilk kez amca olduğu için. arada öyle oldugunu idda ederdi.

mustafa denizli'yle sıra arkadaşı, takım arkadaşı, hayat arkadaşı. denizli'nin galatasaray'a transferi için istanbul'a beraber gitmişler. görüşmeyi yapıp beraber dönmüşler. uçakta bir şişe viskiden sonra kemal zorlu almış ikisini. denizli gitmem diye tutturmuş, alsancak'ı bırakamam. tayyip tabiki de gazı vermiş. sonrasında zorlu döve döve denizli'yi yolluyor. tayyip, alsancak çukuruna hapsoluyor. çıkamıyor, çıkmak da istemiyor.

daltonların en büyüğüydü. ben onu gördüğümden daha çok gördüm daltonları. ama yine de sevmiştim. kaptan çok severdi. sonra araya eşler, evler, mülkler, ölümler girdi. iyice koptular.

dün huzursursuzlandı kaptan. gideyim artık, son kez göreyim dedi. gitti, görememiş.
klubün resmi sitesinde haber yapmışlar ölümünü. gurur verici.

13 Şubat 2011 Pazar

yırtar / parçalar

4 şubat 2009 pastasından bu görüntü.
Ölümsüz Phantom'un tonlaması her zaman kulağımdadır.
Altay Yırtarrrrrr, Genç Altay Parçalarrrrr!!!



Bu akşamki maç için sofra kuruyoruz babamla. Bir kadeh de Phantom için koyacağız masaya. Öyle karar verdik. Yarın da 14 Şubat. Eskiden İzmir'de maça gitmeden önce babaneme giderdik. Yarın o da olmayacak.
Yarın ben de olmayacağım.

23 Ocak 2011 Pazar

Pankart / 31 Ocak 1993



Koymuşuz da Galatasaray'a o gün.
Ne günlerdi kim bilir. Kaptan bilir.
Kaptan nerede kim bilir. Ben bilirim.
Ben neredeyim?
Kim bilir.
Kim bilir.

27 Eylül 2010 Pazartesi

artik yetmedi mi bu yalanlar

onur koc. benim cok yakın arkadasim. dun gece istanbulda oturmus muhabbet ederken onceligimiz olan altay'dan bahsettik. ikimiz de altay'a aşıktık. herseyi bir kenara koyup , her hafta iki saat boyunca ya tribunde ya telefonda ya da internet basinda gelecek guzel haberleri takip ettik. o benden daha gözü karaydı, benim gidemedigim deplasmanlara gitti. dun aynı yerdeydik. hayat tum tercihlerimize ragmen bizi ayni yerde bulusturmustu. mutluyduk hala yillar oncesi oldugu gibi.

yarinki mac nolur dedim. ligde kalsak iyi dedi, maglubuz her turlu diye ekledi. benim icimde bir umut belli olmaz dedim. acikcasi hala beni aldatan sevgilimin yaptiklarimdan habersizdim gözü kara asik oldugum icin.

hersey belliydi aslinda.
yillardir playoff'un ucundan donen bu taraftarin artik hicbir basarisizliga tahammulu kalmamisti ve hicbir gucsuzlugun arkasinda durup sahadaki onbir adami gaza getirecek heyecani yoktu. olimpiyat stadindaki yetmisinci dakikada onumdeki insanlarin yaslandigini gormustum ben. hala aklimda.

taraftari birakayim bir kenara, icimden gelenleri soyleyeyim artik. mayis ayinin yorgunlugunu atlatip bu takim ne olacak acaba karamsarligiyla yerel medyadaki haberlere bakarken taspinar yonetimini gorunce umut dolmustum ama icinde bulundugumuz maddi cikmazi da biliyordum. onlarca transferi gorunce icimi umut kapladi. takimin basinda ertemcoz'u gorunce ise anladim stratejiyi. onlarca orta sinif futbolcu ve baslarinda ancak takimi ligde tutabilecek bir antrenor. zamaninda dokuz kisi kalan ankarasporu yenemeyen altay'ın basindaki o hoca. hem burada, hem tribunde herkesin yillarca takimin basina gecmesini istedigi adam. gercek bir altay'li. ne kadar buyuk hayaller. ne kadar bos. hayat bir matematik. esitligin diger tarafina bakmali cozum bulmak icin. ertemcoz bugune kadar ne yapmis?

kalede kaptanlik verilen cenk. yakin gecmise donelim. sakaryaya kaybettigimiz finalden once mardin macini satti diye cenki kadro disi birakmisti bu camia. ama aradan gecen dort yil herseyi unutturmustu. cenke altay camiasinin kapisi acilmisti ve koluna pazu bandi bile gecirilmisti. hepimiz yedik bu yalani. herkes sineye cekti. yok mu soran neydi degisen diye. ben soruyorum bir camia tukurdugunu bu kadar yalayamaz. nerede divan kurulumun saygi deger uyeleri. altay'imi buyuk yapan kriterler nerede.

deliorman, akcagun, mehmet sen, samsun macinda kurtarici olarak giren got gobek baglamis burhanettin... bunlar mi klubu kurtaracak adamlar. yoksa tatil icin turkiyeye gelip imza atan agabey kontenjanindan futbolcu olan mandanda mi...

birisi lutfen cikip bu sene belki ligde kaliriz. seneye de allah kerim desin. kimse kendini kandirmasin. yalandan bir karsiyaka galibiyeti bile denizliye pazar aksami bin kisi goturebiliyor. artik kimse kimseyi kandirmasin. diyarbakirda genc bir altay'li tek basina trt'ye cikti diye mutlu olmayalim. o diyarbarkir'in zamaninda bize yaptiklarini kim televizyona tasidi da biz simdi kalkmis atki alip veren onbes yasinda bir cocuga o atkiyi aldi diye tesekkur ediyoruz.

ne yazikki kimse cikip yine "bu sene hedefimiz ligde kalmak" diyemeyecek. tribunlerinin ellinci dakikada oley cekmeye basladigi, bes bes bes diye bagirdigi bir mactan sonra sanssizdik diyecek yetkililer. biz de inanacagiz. ama artik ben hicbir seye inanmiyorum. haftalar gectikce tepkiler artacak, ertemcoz birakacak belki, belki taspinar da birakacak. sonra parasutsuz cakilacagiz. herkesin dost meclisinde konusup dile getirmedigi goztepe gercegi olacagiz. ben yine keske bu tukurdugumu yalasam diye bitiriyorum bu yaziyi. o zaman cenki kaptan olarak degil babam gibi severim. yeterki ben yanilayim.

27 Mayıs 2010 Perşembe

23 Mayıs 2010 Son Final


Persembe gunu uzatmalarda tiago’nun golunden cok sonra kendime geldim. Mac biteli dakikalar olmustu, babam yurtdisindan tebrik etmek icin aramisti ama duymamistim. Izmirden gelen, mactan maca karsilastigim, goremesem de yakinlarda biryerlerde olduklarini hissetmenin guven verdigi altay sevdalilariyla artik dondugune inandigimizdan talihimizden bahsediyorduk. Hemen takilivermistik felegin celmesine de havalarda ucusumuz zaferimizdenmis gibi geliyordu bize. Telefonun ucundan izmirdeki sevdalilarla coskumuzu paylasiyorduk, pazarin planlarini yapiyorduk. Agzimizin sulari akiyordu tum ulkeye super lige ciktigimizi haykirmak icin. Yillardir icimizde hapsettigimiz her sene buyuyen cosku, cizgi filmlerdeki gibi bizi olagandisi fiziksel sekillere sokup, sisirmisti.

Ne cumayi hatirliyorum, ne de cumartesiyi. Kendimi inandirmistim seytanin bacagini kirdigimiza. Simdi seytani, kendi bacagiyla nakavt etmek vardi sirada. O kadar doluyduk biz, harcaniyorduk bu ligte, yerimiz belliydi bizim. Ne saatler ne de dakikalar gecmek bilmiyordu ama pazar sabahina uyanmistik sonunda. Babamdan bana devredilen bir gelenekle nevizadeye raki icmeye gittim iki altay sevdalisi dostumla. Ilk gittigim maci hatirliyorum, sezonun ilk macinda kocaeliyle oynuyorduk, lemi’nin geldigi seneydi. Babam elimden tutup, hadi artik zamani geldi demisti uzerime formayi gecirip. Mactan iki saat once bornova sokaginda almistik solugu. Rakilar kondu, ‘kucuge de bir bira’ dedi babam. Yasa mehmet, apo abi, nasir abi, omur abi, kor coskun, suat abi kisacasi babamin cocuklugundan beri kimi zaman o formayi terletirken pas aldigi, kimi zaman tribunde omuz omuza geldigi dostlariyla ayni aski her hafta yasadiklarini hissettim. Ayni aski kirk yildir yasiyorlardi “Buyuk Altay” diye o alsancak’I inletirken. Yurtdisinda yasayan babam ogle saatlerinde arayip basarilar diledi. O da bulundugu yerden iki maci izleyip, bu maci almanin formulunu cizmisti. Bu sefer olacak dedi ve benim tarihe taniklik ettigimi, bunca seneden sonra altay’in zaferini gorup, super lig’e cikacagina sahitlik edecegim altay jenerasyonuna ait oldugum icin sansli oldugumu soyledi. Dogruydu, bugune dek altaya dair tecrube ettigim kazanc ve maglubiyetleri dengeye getirebilecek herhangi bir terazi kesfedilmemisti henuz ama artik hersey musaitti.

Mac oncesi olimpiyat stadina varinca gordum binlerce insanin gozundeki inanmisligi. Oradaki herkes altay’inin gucune guc katmaya, formasinda ter olmaya ve en onemlisi Pazar gecesi istanbul’a sampiyon olmaya gelmisti. Herkes tek bir agizdan haykiriyordu yedi yillik fetret donemine olan ofkesini. senede uc kez birbini gormek yetiyordu herkese yanindakine inanmak icin. Hayatin kendisi gibi sorgulamalara girmenize gerek yoktur altay tribunlerinde herkes omuza omuzada tek yurek olur, inanmistir o kolun sardigi omzun ait oldugu bedenin samimiyetine.

Dolu dolu, golle gecen ilk atmis dakikaya kadar hersey yolundaydi. Ekran basindakiler bizi zafere giderken izliyordu ve biz tribundekiler dusman catlatircasina birliktelik sergilerken, sahadaki savascilar da seytanla olan son dansin keyfini suruyordu. Ne olduysa ondan sonra oldu. Biz zaferden havalarda uctugumuzu sanarken felegin celmesine takilmistik meger. Biz yukselmistik ama ay yeterince kararmamisti. Yere dusunce hasar agir oldu, etrafimizda kimseler kalmamisti. Son yirmi dakikayi dusunuyorum da gercek mi, kader mi, bahtsizik mi hala adini koyamadigim o yasanan rituel ile yuzlesirken “yine mi lan” diyordu etrafimdaki herkes.

Inanamadim. Hala da inanamiyorum. Bitkisel hayattayim Pazar aksamindan beri. Hani buyuk olumlerden, ayriliklardan, kavgalardan sonra bir an olur ve tum zaman durur. Herseyin bir ruya oldugunu dusunursunuz. O an sadece bir saniyedir ve bedeninizde size can veren tum kucuk organizmalar haykirir “gercek” diye. Uyanirsiniz. Ama o bir saniye omre bedeldir. Oyleyim iste Pazar aksamindan beri. Son yirmi dakikayi oynuyorum hala. Bitmedi. O son dudugu calamiyorum. Cenk Ahmet’in ortasini burak’in indirmesini ve Yigitcan’in gelisine vurup aglari sonuna kadar havalandirmasini ve yanimda kim varsa ona sarilmami bekliyorum. Tanimasam da olur nasil olsa o da bir altayli.

18 Nisan 2010 Pazar

gecmis zaman olurki



son uc haftaya giriyoruz. bugun alinan gaziantep belediye beraberligiyle altinci siradayiz. kesin playoff'tayiz diyemiyorum, bekleyip gorecegiz. asagidaki hikaye de 36 sene oncesinden bir kupa finalinden. kaptan o zaman 12 yasinda. o zamanlar altay'i gururlu, serefli insanlar yonetiyormus.

YIL 1964...

Altay’ın Büyük Altay olduğu seneler.
Ligde rakiplerini hallaç pamuğu gibi atan siyah-beyazlı ekip, Türkiye Kupası’nda da fırtına gibi esmektedir.
Önce Ülküspor’u, ardından Gençlerbirliğini silkeler. Çeyrek finalde Beykoz’u eledikten sonra yarı finalde Beşiktaş’ı devirip, adını finale yazdırır.
Finaldeki rakibi Galatasaray’dır.
21 Haziran’da Alsancak Stadı’nda oynanan ilk maç 0-0 biter.
Hesap 28 Haziran’daki rövanşa kalır.
O sezon ligde Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın çok gerisinde kalan Galatasaray, kupayı müzesine götürmeye kararlıdır.
Ordu Milli Takımı ile 28 Haziran’da Doğu Almanya’ya karşı forma giyecek üç önemli futbolcusu Talat, Uğur ve Ayhan’ı Altay’a karşı oynatabilmek için rövanş maçını 29 Haziran Pazartesi gününe aldırır.
Ancak ertelemeye Altay’ın tepkisi sert olur.
O günlerde henüz 38 yaşında gencecik bir Lejyon gazisi olan Başkan Rıdvan Burteçin, 60 ihtilalinin kadroları tarafından Federasyon Başkanı yapılan Kurmay Albay Muhterem Özyurt’a rest çeker:
“Ya bu maç pazar günü oynanır, ya da biz sahaya çıkmayız...”
İnanmaz kimse...
Öyle ya, kolay mı kupayı elinin tersiyle itmek.
Kolay mı federasyona posta koymak.
Maç günü gelir çatar.
Mithatpaşa Stadı mahşer yeri gibidir.
Önce Galatasaray çıkar tünelden. Ardından yardımcıları Veli Necdet Arığ ve Sabahattin Ladikli’yle birlikte Romen hakem Nicolae Mihailescu sahadaki yerini alır.
Ama Altay takımı ortalarda yoktur.
15 dakika bekleyen Mihailescu, Galatasaray’ı kupa şampiyonu ilan eden düdüğü çalarken, Rıdvan Burteçin İzmir’de şu tarihi açıklamayı yapmaktadır:

“Kupayı kaybettik ama sporda ahlak mücadelesinin meşalesini yaktık. Onu söndürmemeye çalışacağız...”

17 Nisan 2010 Cumartesi

altay nedir ?


Orhan Berent'in blogundan asagidaki yazi.
Ne kadar anlamli geliyor okuyunca. cok sey yazasim geliyor siyah-beyaz renkler hakkinda ama tutuyorum kendimi bu konuda.

Alsancak çarşıdır, Mesudiye caddesidir.
Denize açılan sokakları, Rum evleri,
İki karşılıklı kahvehane,
Altay çocukluğumdur.

Alsancak stadı yürüme mesafesi,
Eski pazaryerinde manav Eko,
Biraz gevezelik, biraz muhabbet,
Bornova sokağında mola,
Efes pasta fırınında limonata,
Yazlık sinemalar,
Şölen, Kordon, Ar, Hastürk,
Hayat sokağı, ikinci kordon,
Sevinc'in önüdür Altay.

Eski fotoğraflar, eski yüzler
Zorlular ve Özgenerler,
Rıdvan Burteçin'in gözlerindeki endişedir.
Kulüp defterinde fiyakalı bir imzası,
Güzel el yazısıdır Bayram Dinsel'in.

İzmir'in arka bahçesi Kahramanlar,
Sokak içinde Büyük Altay kahvesi,
Tariş depoları, Roman mahallesi, Murteka,
İlk gençliğimdir Altay.

Kaleci Tanzer'in heybeti,
Rahmetli Sabahattin'in tribünlere bakışı,
Bilal'in kayarak müdahalesidir.
Zafer'in kel kafası,
Şeref'in fırsatçılığı,
Nevruz'un saçları,
Miço'nun mazlum bakışı,
Vefasız Çeşmeli'nin kornerden attığı gollerdir.

4 Mart 2010 Perşembe

bank asya'da son 10 hafta

benim icin boş verilmiş bir 2009-2010 sezonuydu. dört hafta dayanabildim. mersin macini izmirde izleyip 45.dakikada ciktim. dogruyu yapiyorsun dedim kendime, birak su hastaligi. iki hafta dayanabildim, yine uzun sürmemisti ayriligimiz.

şimdi son 10 haftaya giriyoruz.
kemalito gecenlerde march madness'a benzetti bizim hastaligi, harbiden de oyle. son hafta liderlik macina cikip, kaybedip, sadece 3 puan farkla kapatilan ilk yari, buyuk umutlar beslemek icin tabiki de yeterli bir sebepti. ozellikle tek bir mecradan ibaret yerel basin haber bulamadigi icin her gün temcit pilavi gibi "son 10 yilin en iyi Altay'i" istatistiklerini bize servis ederken. 6 haftada alinan 2 puan ve bu surede tamami rakiplere kaybedilen 4 mac hem fuat yaman'in sonunu hazirladi, hem de camiadaki babalarin karalamalarina maruz birakti yonetimi. acikcasi karsiyaka macindaki aciz takimi gorunce uzulmus ve bu senenin cok erken bittigini dusundum.

Zagor'un dumene gecmesiyle mersin-rize-kocaeli uclusunden alinan 7 puan acaba mı dedirtti yine dogal olarak. kocaeli macinda burak calik'in attigi golden sonra tribune kosup "biz bu arma icin ölürüz" diye bagirmasi acaba mi gazinin ustune haydi buyuk altay dedirtiyor.

son 3 haftadan onceki kabus 6 hafta icerisinde gs'ye imzayi atip da formu dusen musa, akillara durgunluk veren goller kaciran burak calik, serseri mayin ercan ve canli bomba mehmet budak, sol anahtari bile olamayacak mesut, hala futbolu ogrenemeyen abeci alp'in performanslari alinan son 7 puanla unutulmus degil tabiki.

neyse, biz basladik hesap kitap donemine. icerdeki o maci yensen ustundesin, boş kaleye o golu atsa galipsin, vur taca maç bitsin işte geyikleri bu 10 hafta boyunca cok kez yasanacak. o kapidan iceri girdik yine ne yazikki. girdik diyorum, bir de bati yakasi hikayesi var işin, alplessness ile tanriverdi'nin sürükledigi. buca büyük merak konusu aramizda. tanriverdi halen takdir etmek lazim dese de ben içime sindiremiyorum. buca kim lan:)

extra playoff'a gidecek dört takimdan üçü izmirli olsa, o dördüncü takim net cikar. bu konuda hic suphem yok. puan durumu da cok fena bu arada.

6 Ocak 2010 Çarşamba

gokhan degirmenci



7 aralikta, kayseride, altay erciyes maci vardi.
20-30 altayli otobusle kayseriye gitmisti takima destek amacli, sumar'in onderliginde. surpriz bir isim eslik etmis. gokhan degirmenci.
herkesin gecen sene gs ile olan kupa macindan tanidigi, bizim ise penaltilarla elendigimiz iki kasimpasa macinda da kalede olan kisi. tasvir, igneleyici olabilir ama severim kendisini. su anda kayserisoirun yedek kalecisi. kalkmis maca gelmis. protokolde izleyebilecekken, altay'a ayrilan stadin en ucra kosesinde taraftarlar ile birlikte izlemis.
helal olsun, abileri gibi degildi zaten.

foto, yukselkisenkararsinay.org'tan. onlar da bu sene cok calisiyor.

5 Aralık 2009 Cumartesi

fuat yaman


Fuat Yaman'ın bu haftaiçi yaptığı açıklamayı aşağıya aynen koyuyorum. çok teknik adam geçti son 10 senede, dogma büyüme altaylı olanlar da dahil. hiçbirinden böyle bir demeç duyamadık. Yasin ve Merter topa vurmayı bu klupte ogrenmişlerdi ama onlar da geçen senenin ele başlarıydı. Fuat Yaman karakteriyle, oynattığı futbolla hepimizin sevgisini kazandı. ruhu olan, bizi diriltecek, egosuz, maç gününü heyecanla beklememizi sağlayacak bir teknik adam arıyorduk, bulduk.


''Biz para, pul olmadan hedefe gideceğiz. Bütün olumsuzluklara rağmen, beni bu kadar rahat konuşturan futbolcularım. Onların bu konuya yaklaşımı beni yüreklendiriyor. Geçen seneden daha sıkıntılı günler geçirmemize rağmen futbolcularım bu sene formalarını yere bırakmayacak. Belki de çoğu kişiye göre imkansız olanı gerçekleştireceğiz. Biz lakabı 'Büyük' olan bir takımın mensuplarıyız. Bugüne kadar verilen sözlerin yerine getirilmesini istedik. Ancak bir cevap alamadık. Gerekiyorsa desteksiz, başta yönetim kurulu üyelerimiz, futbolcularımız ve taraftarlarımızla her türlü maddi imkansızlığın üzerinden geleceğiz.''