27 Haziran 2013 Perşembe

bir zamanlar barcelona'da

bundan bir ay önce.
başka bir ülkedeyiz.
daha önce içtiğim ama tadı farklı gelen içkilerden kafam bulanık. sarhoş değilim ama alkolle de rahatlayamamışım. çok sevdiğim bir kardeşimin paylaştığı (deli ibrahim) Wilhelm Reich'in yazısını okuyorum barın dışında sigara içerken. yazıda şöyle diyor;

...
senin gibi olmadığı için, ona "dahi" ya da kaçık diyorsun. o ise kendi adına bir dahi değil, basit bir canlı olduğunu kabul etmeye hazır. sen ona "deli" diyorsun. kendini ölçü tanımaz bir yozlaşmaya bırakmışsın; kendini tipik olağan bir insan "homo normalis" saydığın için, sade ve içten bir insana "anormal" diyorsun. sonra da kalkıp onun yolundan saptığı sonucuna varıyorsun.
...
son cümleyi okumamla beraber sarhoş oluyorum. ilk kez kelimelerle sarhoş olunabiliyormuş, onu anlıyorum. bunca yıldır içtiğim içkiye yazık diyip sek bir cin ve yanına da mojito söylüyorum mojito'nun hafif olacağına inandırıldığım için. mojito'yu yarıya kadar içip cini içine boşaltıyorum. sarhoşluğum geçsin istemiyorum. barın karanlığındaki ışıklar kamaştırıyor gözlerimi. bangır bangır çalan o şarkıyı bilmememe rağmen ezbere söylüyorum. sayıca çok kalabalığız ama bir o kadar da yalnızız. hepimizin de çok güzel insanlar olduğuna inanıyorum. köşeyi dönerken bir yarımız kayboluyor. azalarak çoğalıyoruz. ertesi sabah insanların eggs benedict sipariş edeceği mekanın barına yaslanıp "one long island" diyorum. iki yudum alıyorum. yarım saat önce okuduğum cümlede geçen dahi kelimesinin ayrı yazılan -de -da olabilitesini düşünüyorum. aynı zamanda çalan şarkıya da eşlik ediyorum. "why should we feel bad for what we've done?"
eve dönüp bir gece daha ölecekken yeniden doğuyorum. en son karede katedral manzaralı evimizin balkonunda güneşi doğururken benden daha yorgun olan adama "film gibi değil mi lan" diyorum, aklımın kılcallarından ne geçtiğini bilmese de. aklımı okurmuşcasına "oscarlık amına koyayım" diyor.

bunlar olmadan bir gün önce.
başka bir ülkede, bu kez akşam üzeri sarhoş olup, bir şeyler yemek için ruhlu bir yere oturuyoruz. konular malum. düşünce balonlarımı teker teker patlatıyorum. bu sırada nedenini bilmediğim şekilde fuardaki paraşüt kulesi aklıma geliyor. beş altı yaşlarındayım, çıkıp atlamak istiyorum. peder bey olmaz küçüksün diyor. ağzımdan çıkan kişisel tarihimin ilk küfürüyle cevap veriyorum "çok biliyorsun amına koyayım" diye. onun bana gülüşünü ve aynı lafı duyan annemin gözlerini açıp her zamanki bant kaydını sarışını hatırlıyorum.
masaya geri dönüyorum. inandıklarımı içiyorum, üzüldüklerimi tabaklara servis ediyorum. kendime daha çok alıyorum. aç gözlü olduğumdan değil, karşımdakine gaz yapmasın diye. sarhoş olayazıyorum. kelimesi kelimesine şu cümle ile anadan doğma ayılıyorum.

...
sen bu zekanla, bu güne dek başardıklarına ve hakimiyetinin yanına bir de o salak dediğin kurallara uyabilmesini, ayak uydurabilmesini bilseydin kimse seni tutamazdı. almış başını gitmiştin.
...


evet.
aldım başını gidiyorum.
geri döneceğim.


oscarlık kareni "o" anı.