14 Mayıs 2011 Cumartesi

umuda yolculuk

koskoca senede altay hakkında dört tane yazı yazmışım. bunlardan bir tanesi amcamın vefatiyle ilgili. digerleri de anlık artçı altay şokları üstüne yazılan yazılar. boşa geçmiş bir sene altay adına ve bendeki altay adına.

istanbula yerleştigimin ilk senesi. senenin son maçı. istanbulsporla oynuyoruz güngören stadında. yenersek ligde kalıyoruz, yenemezsek küme düşüyoruz. beraberlik sonucunda kulaklar başka şehirlerden gelecek skorlarda. rakip onsekiz yılımdan sonra bana yuva olan ama kalabalığının arasında beni nasıl yok edeceginin planlarını çoktan yapmış şehrin adını almış takım (sonrasında şehir pes etti, şehrin takımı da küme düştü). maçın oynandığı stadyum ise ilk senemde asla evim diyemediğim, ancak kapısından girip merdivenlerini çıkıp, odama girince bana kalınacak bir yer oldugunu hatırlatan, göç edenlerin "hadi gelin, siz de burada gününüzü görün" diye buyur edildiği, türkçenin konuşulmadığı, şortla gezilmediği, onikiden önce içki alanlara ters bakıldığı, onikiden sonra sokağa çıkmanın tehlikeli ve yasak oldugu güngören.

doksan dakikanın sonucu hüsran. tribünde kuzenim, arkadaşlarım, yıllarca babamın yanında gördüğüm ve artık onun yerine geçtigim için beni kabul eden babamın arkadaşları, herkes darmadağın. hiç alışık olmadığı ikinci lige düşmüş, biz orada ne yaparız sıkıntısı. yeni dostlar, yeni arkadaşlıklar, tutunacak yeni dallar edinmek zorunda kalan bir göçmen gibi.

geçen yılların ardından direkten dönmeler, son dakikada yenilen goller, kaçan penaltılar, verilmeyen goller, hakem hataları, beceriksizlikler, boş kaleye atılamayan goller, bunların hepsi var. hayatın ta kendisi gibi. tek farkı hayatta yaşananlar bir düdükle sona ermiyor. bu hem iyi hem kötü. ama o son düdükler bize hep kötü sonuçlar getirdi bugüne dek altay adına. hayat... onun da bugüne dek geçen günleri çok güzel sonuçlar getirmedi genel toplama baktığımızda. yavaş yavaş toparlıyoruz bu sene.

yıllardır bulunduğu yeri hazmedemeyen camia, taraftarıyla, yönetimiyle, futbolcusuyla bu sene her zamankinden daha agresif. her sene yukarılara kadar çıkıp son maçta kaybetmeler herkesi çok yıprattı ve bu sene son haftaya küme düşme hattında girerken farkına vardı herkes neler olup bittigini. biz o kadar alışkındıkki aslında yukarılarda olmaya, kendimizi bir anda dipte bulunca şuurumuzu kaybetmiştik. aynı hayat gibi. geçirdiğim bir senenin bende açtığı yarayı kendi elimle dikmeye çalışıyordum. ne iğne almıştım bugüne kadar, ne iplik. ben hep kapanmayan yaranın beş santim altından, beş santim ustunden kesilmesinden yanaydım.

geçen iki haftada dilimin, fikrimin başıma açtıklarını düşününce ise sadece gülüyorum. hayatımda bunca uzun zaman inanabildigim, bana yıllardır her sene farklı heyecanlar yaşatan hiç bir varlık olmadı. altay'ı listenin başına yazıyordum her testin ilk sorusunda. toplumun getirdiği bir takım inançların hepsini reddetmiştim ve kendi kendime, kendimle yeten bir yol çizmiştim. bunların arasında topluluk olarak inandığım sadece ve sadece altay'dı. azınlık olmak da güzel geliyordu. maça giderken o formayı giymek, gittiğim her maç öncesi aynı insanların orada olacak olması, devre arasında atak yaptığımız kaleye doğru kapalıda yer değiştirmemiz, öncesinde albatros'ta içilen biralar. bunlar da ibadet şekillerimdi benim. demokrasiyi reddetmiştim, babadan oğla geçen saltanatlık sistemiyle yaşantımı sürdürüyordum kimi zaman cumartesileri, kimi zaman pazarları.

inandığım her varlık ve yokluk için sonuna dek mücadele ettiğim için ve bugüne dek inandığım her şeyi de bir gün kaybettiğim için altay'ın göz göre göre küme düşürülüyor olması da artık canıma tak etti. dil ve kemik ilişkisi bende son derece ensest olduğu için de kelimeler ağızdan çıkarken vize kontrolü yapmıyorum. neyse o.

yarın son görevimi yapmak adına adana deplasmanına gidiyorum. yenersek, yenilirsek, berabere kalırsak böyle olur senaryolarını bıraktım. bu kez içimde bir umut, kazanıp kendi göbegimizi kendimiz kesecegiz diyor. diger tarafım da gerçekleri görüp, çoktan düştüğümüzü biliyor. biraz umut, biraz azınlığın başkaldırısı ama en fazla da inandıklarının peşinde koşma arzusu...

sabah uçağın tekerlekleri adana'ya indikten sonra neler olacak bilmiyorum ama son kez formanda ter olmaya geliyorum büyük altay. babamın da bıraktığı gibi mi bırakacağım seni bilmiyorum altay ama telefonun diger ucunda babam bana sakın gitme adana'ya derken, içinin adana'ya gelmek için can attığını ve benim yerimde olsa en önde gidecegini biliyorum.

Hiç yorum yok: