9 Nisan 2015 Perşembe

socrates seçkin müzik marketlerde

dün (8 nisan çarşamba günü) socrates adlı bir dergi raflarda yerini aldı. ben kendi gördüğüm socrates'i anlatacağım size.

öncelikle gerek saçımın, sakalımın kıvırcıklığından olsun gerek bunun çirkinliğini bile bile uzatmamdan gerekse hem socrates gibi taşın altına sokmamdan hem de insanlardan fazlasını beklediğim için onları zorlamama istinaden beni socrates'e benzettiklerinden ötürü derginin bende ayrı bir yeri vardı. kimseye, onur'a bile bunu söylemedim. zaten bu benzetmeyi bilen az kişi var hayatta. onların da çoğu artık benim hayatımda değiller.

onur ise benim hayatımın atatürk'ü olduğu için - burada atatürk'ü kullanmamın sebebi tamamen sıfatını sevdiğimden - onun neleri yapabildiğini görmek benim için ayrı bir gurur kaynağı çünkü arkadaşlar birbirlerinin arkalarında taş gibi durabildikleri için arkadaşlardır. 

bir gece onur bu projeyi anlattığında çok umutlandım ama onur'u da bildiğim için bunun da diğer hayallerimiz gibi olduğunu düşündüm. olmayacaktı. benim de çok hayalim oldu hayatta ve pek azını gerçekleştirebildim. zaten dünya'da her hayalini gerçekleştirebilen bir insan yok. önemli olan hayaller yelpazesinden doğrusuna odaklanabilmek ve insanın hayallerini gerçekleştirebileceği kendisine yakın olanları etrafında hissetmesi çünkü kimse tek başına bir hayal gerçekleştiremiyor bu dünyada. 

onur'un yanında caner gibi iyilikten canını kaybetmesine ramak kalmış, bağış abi gibi elindekini avcundakini inandıklarına odaklamış, can bey gibi de bu düzende dimdik duran insanlarla örülü bir ince çeper olduğunu gördüm bu insanları tanıdıkça. hücre zarı ince bir çeperdir, seçici geçirgendir. önce seçer sonra geçirir. seçmediğini o çeperden geçirmez. beni de o çeperde pasaport kontrolüne soktular ve sonra geçmeme izin verdiler. benim elastikiyetim yüksek o yüzden geçtim oradan. geçemeyenlerin kendi köşeleridir o çepere takılan. hayat da zaten böyle. 

bu çeperin altını uğur ozan, atahan, inan, sencer ve daha adını hatırlayamadığım samimi, egosunu bir kenara bırakmış, bu hayatta kurmak istediği iki cümlesi olan insanlarla doldurmuşlardı. arkadaşlar insanın allah'ıdır ya hani, çok tanrılı bir dine inanmak da bunu gerektirir zaten. bu adaletsiz, acımasız dünyaya nanik yaparcasına öldü denilen sektörün tam ortasına saatli bir bomba bıraktılar. hem de içlerinden geldiği gibi. hayat bazen canlı bomba olmayı da gerektirir. 

socrates raflarda. ben çok mutluyum. londra'da olduğum için dergi elime geçemeyecek ama eminim onur bana bir tane ayıracak. orada bir dergi var uzakta. şu an okuyamasam da, dokunamasam da o dergi bizim dergimizdir. 

socrates'in dediği gibi "beauty comes first, victory is second. what matters is joy."
yürüyedurun arkadaşlar. bu kadar güzellikle sıktınız yere gelmez. 







Hiç yorum yok: