18 Nisan 2011 Pazartesi

Emek Sinemasi Bizim




İsyansal yaklaşımları bırakalı çok oldu. Son birkaç yıldır en büyük isyan seanslarımı altay maçlarında yaşıyorum. Oyuncuların, yönetimlerin, Mahmut’un son yedi yılda yaşattıklarına bakınca da sonuna kadar arkasındayım isyanımın. Serserilik ise ne yazıkki kanımda var.

Taksim’deki akşamüzeri kalabalığını görünce hemen yolumuzu değiştirdik. Dahil olmamak lazım bu tip yürüyüşlere, aralarında provakatörler vardır, polisler bir anda saldırır diye öğretti bize eyyamcı medya. Biber gazı da cabası, neyseki bugüne kadar karşılaştığım tüm biber gazı seromonilerinden kaçmayı başardım. Dönerken tekrar gösteri ekibini geçmem gerekiyordu. Sloganlara takıldı kulağım: “İstanbul Bizim, Emek Bizim”, “Antikapitalista”, “Emek Açılsın, Demirören Yıkılsın”... Yürüyüşe katılanlara baktım birkaç kasımpaşa palesi dışında sanatçıların da içinde yer alan, okuduğu, düşündüğü, içlerinde anlamlı bir isyan olduğu her halinden belli yüzlerce insan vardı. Hızlı adımlarla yanlarından geçerken çoğunu inceleme fırsatı buldum. Sonra da avını bekleyen avcı gibi Demirören AVM’ye gittim. Aralarına katılmak aklımdan geçmişti ama bir adım sağa atıp aralarına kaynamak istemedim. Düşünmek istediğim güzel duygularım vardı. Yine de beni aralarına katmaları için bir açık kapı bıraktım ve Virgin’e Az’a bakmaya gittim.

Bir süre sonra dışarıdan trampet sesleri, alkışlar ve o aynı sloganlar yükselmeye başladı. Virgin’in dışarısı, Demirören’in içerisi. Bugüne dek gördüğüm en duygusal, en seviyeli protesto gerçekleşiyordu. Ne İstanbulluyum, Ne de Emek sineması benim için dünyevi bir öneme sahip, üstelik Demirören’de Virgin ve Arby’s var ama bu tepki, bu isyan, bu susmuyoruz ulan, uyumuyoruz, artık yeter tepkisi beni içine çekti. Kapişonu geçirip aralarına katıldım. Birkaç güler yüz karşıladı hemen. Alkışladım, bağırdım, slogan attım, düdük çaldım. Tanıdık birkaç sima gördüm dışarıdan bakan, ne diyor bunlar diyen. Bana acıyan gözlerle bakıp, tam da ogan’lık bir hareket bunların arasında yer almak diyen. Doğru yerde olduğuma dair inancım ikiye katlandı. Yarım saat kadar AVM’nin içerisinde kaldıktan sonra hep beraber Emek sineması sokağına yöneldik. Yaşlı insanları gördükçe daha bir sevindim. Hayat varsa umut vardır her zaman. Sokak insan doluydu. Gerçek insan. Hayvandan en basit şekilde konuşabilmesiyle ayrılan insanlarla doluydu. Hayvanlar ise sokağa göz ucuyla bakıp yürümeye devam ediyorlardı.

Sonra her portestoda olduğu gibi günlerdir bu yürüşün planını yapan ekipten, önceki gece heyecandan uyuyamadığını hayal ettiğim birisi megafonu eline alıp konuşma yaptı. Konuşma arada alkışlarla kesildi. Sonlarına doğru yaptığı konuşmada şundan bahsediyordu:“..... Bu protesto sadece Emek sineması için değil, Bu protesto İstanbul için. Bu protesto gerçekten yaşabilmek adına, herşeyi kabul etmemek adına, güzel bir İstanbul’da yaşamak adına, bugün buraya gelen herkesin adına ve bizden sonra gelecekler adına....”

Gözlerim doldu bir ara. Alkışlamaktan ellerim kızardı sonunda. Babamın 80’lerde elinde boyalarla Alsancak sokaklarına isyanını yazışı geldi aklıma, Oflu’nun Aziz Nesin’le olan hikayeleri geldi. Birşeyleri değiştirmek için olan savaşları geldi gözlerimin önüne anlattıklarından canlandırabildiğim kadarıyla. Kendi inandıkları uğruna savaşıyorlardı. Hayatın onlara giydirdiği gömleği beğenmemişlerdi. Gömleğin kollarını kesip gözlerine bağlıyorlardı belki de. O kadar isyankarlardı ama yine de gömleğin düğmelerini ilikliyorlardı. Hayatlarına olan saygılarından ötürü.

Kalabalık dağılırken insanlar, tanımadıkları diğer insanlara veda ediyorlardı. Yine buluşacağız dercesine. İnsanlar çünkü hepsi, düşünüyorlar ve ötesinde konuşabiliyorlar. Yılmaz Özdil okumakla, İzmirliyim demekle, seçim sonuçlarını televizyondan izlerken ona buna sövmekle olmuyor bu işler.

Hiç yorum yok: