1 Temmuz 2015 Çarşamba

uzun yol sevilmez mi

bu zaman geciyor da
sonunda bir yola cikiyor.
yola yola.
yola cikiyor. 


Hazirani kapatirken hakkini vereyim istedim bu sabah. Havalar sicak ama hala tarih onde. Tarihi bos birakip, sirtimla kicim arasinda kalan – hatirladim kalca onun adi - , kalcama vuran gunesin yakisiyla uyandim. Eskiden kalma bir aliskanlikla “saat kac lan” diye aceleyle ayildim. 05:38. İphone yalan soylemez. Zaten yanmisim, bir de ustune kalkip kahve koydum. Dustan cikip, icilecek kivama gelen kahveden ilk yudumu aldigimda saat 05:54. Ben iphone gibi degilim, bazen geri kalabiliyorum. Oyle tercih ettim yoksa yerine kullanabilecegim cok kelime var.

Bir saat oturdum. Benim kose terastaki banktan kalkip diger teraslara dogru yururken – anlatim bozuklugu yok, gelen gorur – kuslar takildi gozume. Bunca zamandir kulagima takilan kuslar bu kez gozume yakalandi. Bir anda gece oldu. Haziran gibi. Haziran geceleri cok iyidir. Gunduzunu bilemem ama geceleri istedigin gibidir. Haziran’in son gununun sabahinda “tamam” dedim ve ekledim “Haziran’i basima acan senin gibilerden biri, o yuzden sen dinleyeceksin”. Kuslarin behzat komseri olacak ki tamam dedi. Bir kahve de ona koydum. Ben ictim, o yuzdu haziran’in son kahvesini mi kahvesinde mi?

Once berlin’den basladim. Orasi biraz surdu. Bi(‘) daldi cikti bizimkisi cik cikleyerek. Sikilmis olabilir ama eli mahkum dinleyecek. Bata cika da olsa dinleyecek. Nasil yasaniyorsa. Sonra manchester’da tek basina festivale giden adamin dramindan, ertesi sabah manchester’dan trenle londra’ya, 08:00 toplantisina giden adamin maskesini anlattim. Berlin’in ustune mi dedi. İstanbul’un altina diye agzinin ortasina vurdum smaci. LAPS.

Sonra istanbul’u anlattim. İstanbul’dan sonrasi cok uzun surdu. Bitmedi haziran. Cep herkulu subat mi bu hemen arkasindan bir de otuz birlik – bunu rakamla gormek antipatik ama aslinda iyi biri – mart’i da devirsin. Haziran bu akdeniz gibi yavas. Madrid’e gidiyorum ustune, sirf akdeniz dedim diye. Gunduzleri kaplan – biraz gec olsa da -, geceleri barda tek basina diye devam ettim kus beyinliye. Madrid’de iki gece ayni bara gittigimi, ikinci gece o konkuru kazanmanin verdigi “vay anasini nasil oldu bu” saskinligiyla zil zurna oldugumu anlattim. Geri geldim karsiyaka sampiyon oldu. Benim ki konuyla alakam yok ama sirf o bildigim baskaldiranlar – suphesiz bitisik yazilacak – ve benim de cocuklugumda cokca sokaklarinda basket oynadigim karsiyaka’nin sampiyon oldugunu gormek ulkenin her yapi tasina “ayaga kalkin kopekler” diye haykiriyordu o meshur pankartta oldugu gibi. O siddette ve saflikta bir geceydi. Bardaki o muhtesem ciftin berlin’den bahsetmeleri, oncesinde arjantinli cingenelerin candan ercetin’den bir sarki, cift taban yedikten sonra salteri indirip bindigim takside sezen aksu’dan da bir sarki caldigini anlattim. Cik cik cik cik cik cik cik cik...

Yine madrid’e gittim. Hala madrid. Arada pederi sinir disi etmisler, valideyi iki gece yatirmislar. –mis’li gecmis zamanlar. Ben de biraz kirmisim. “madrid’de de kuslar var” dedim. Ayildi. Cik cik cik.
Neyin cik cik cik’i acaba?

Cem ofset emre samimiyeti, sicakligi, guler yuzlulugunde sahibi olan bilbao’lu barda, bari sagima, kapiyi karsima almis yaslanirken bana yanasan, kirk dozuk yasinda, bembeyaz kivircik sacli, kravat, poti kareli ceket, gomlek, pantolon ile karsimda kadinlardan, orhan pamuk’tan, dinlerden, paradan, biraz da ailelerden konusabildigimi anlattim adi da Tomas olan bir adamla, ona boyle dolu dolu. Turkiye’de oyle yavsak sarhoslar vardir. Hemen masaniza salca olurlar. Oyle degil iste. Meyve yollamiyor masana. Sana bir dine inananlarin neden inanasi olduklarini anlatiyor. Bizim evde anca ramazanda raki iciliyor diye ovunuluyordu. O adamla dort saatlik med cezir sonrasi maillerimizi alip yolun iki ayri tarafina dogru yuruduk. O an en akillica yapabilecegim hareketi yapip ses kaydi aldim ve en yakin nobetci eczaneye gittim. Kus da sasirdi eczaneye, problem degil.

Sonra insanlarin cekingenliklerinden, ikinci dunya savasindan, maradona’dan, kariyerimden – sordular diye -, cihangirden, dovmelerden, kuplerden, geleceklerden, bosluklardan, yasamaktan, yasamamaktan, calinan bisiklet tekerleklerinden, calinamayan hayatlardan konustuk. Bir sene onceyle her seyin ne kadar sasilasi olduguna sastik, hoxton’dan shoreditch’e dogru yururken, birbirimizle herhangi bir mecrada arkadas olmadigimiz, tek kadinlarda Tugce’yle.

Cikledikce cikledi. Bagira bagira cikliyordu. Sanki anlayabilecekmisim gibi. 
- “turist miyim ben! Yasamaya geldim ben buraya, ozet gec pic!”dedim.
- “ben gocuyorum” dedi.
- “bibicim bin gidiyirim”.
- “tisik gicmi”
- “nereye bu mevsimde gocuyorsun” diye ters kurdum cumleyi.
- “kilimbiya"
- "yirmi gun kal beraber gidelim” dedim. “ben de kolombiya’ya geliyorum”

Cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik cik.


YARIN LONDRA 34 – OTUZ DORT – DERECE!


Hiç yorum yok: