22 Temmuz 2015 Çarşamba

hala madrid

ilk geldigimde turist gibiydim. gibisi fazla. otelin yakininda gozume kestirdigim, yalniz basima sarhos olabilecek bir yer bulup, madrid'in en guzel yeri olduguna inanacak kadar iciyordum. o yalnizliklarin her otele donusunde "devam et aslanim, dert degil" diyordum kendime. insan yalnizliginda kudret ariyor da sabah sekizde kalktiginda sadece derinlesen goz torbalari buluyor bes metrekarelik, ihtisamli otel tuvaleti aynasinda kendisini gordugunde. bir sure boyle devam ettim haftayi asal sayilarla bolen gunler boyunca.


sonra kir ve kivircik sacli, ellilerinde bir ispanyol ile tanistim. sabahin ilk saatlerine kadar sevdigim her seyden onunla sukunetle konusup, samimiyet kurup, yolun iki ayri tarafina dogru taban cirpinca anladim, kudret'in biz cocukken mahallede top oynarken cok gurultu yapiyoruz diye ikinci kattan basimizdan asagiya kovayla su doken bunak bir orospudan farksiz oldugunu. arayarak cok sey buldum ben bu hayatta. babami, dogdugum evi, hic gormedigim dedemin dogdugu evi, airbnb'den kiraladigim evleri, cikmaz sokaklari, bes sene kaldigim asmalidaki evi, gelecegimi, sevdigim kadinlarin hepsini arayarak buldum. ama kudret varsa vardir, yoksa da anca ikinci kattan su doker.

25 haziran: madridde bar cikisi

bilincli bir sekilde mi yaptilar bilmiyorum gercekten. ekibin kalanindan farkli otelde kalmami istemediler ve bir anda eurostars - ispanyolcanin yazildigi gibi okunayazilmasi buyuk nimet - towers'da buldum kendimi. sehrin sifirinci kilometresine taksiyle 10.20 euro, hayatin sifirinci kilometresine ise koseyi donunce ulasilabilecek uzaklikta. nereden baktigina bagli. eurostars'ta kalmamla beraber sosyallesmeye basladim. alman gibi sabah yedide kalkip ve tum gun cilginlar gibi calisip, aksam saat onda ispanyola donusup bol ickili yemeklere oturur oldum israil, hindistan, ingiltere, romanya, almanya, ukrayna, singapur ve italya'dan gelip madrid'de bulustugum ortak bir hedefteki farkli insanlarla. her aksam insanliktan, ulkelerden, dunyadan, teknolojiden, azinliklardan ve hatta kobane'den, acimasizliklardan, paranin degersizliginden, ikinci dunya savasindan, kitaplardan konusurken buldum kendimi. tamamiyle sekil almiyor, biraz da sekil veriyordum ve bu tam aradigim orta yoldu. biraz senden biraz benden.

her gece odaya geldigimde tekli koltuga oturup yarim sise viskiyi tek basima icip, yirmi sekizinci kattaki odamdan, madrid'i izlerken artik icimi o yillardan beri sure gelen izdirapla dokmuyor, konustugum guzellikleri not aliyordum. bu surede gecirdigim sure zarfinda askerligin tum ulkelerde tek nedeninin insani zevkleri torpulemek olan bir ahmaklik okulundan ibaret oldugunu, israillilerin bu kadar girisimci olmalarinin uncertainity index skorlarindan ibaret oldugunu, kendisinden konusan adami sadece benim degil dunyanin her tarafindaki insanlar tarafindan sevilmedigini, churcill'in 45'te kaybettigi secimin altinda yatanin dunyanin en basit ozeti oldugunu, concorde ucaklarinin tasariminin nasil bilimsel bir hata oldugunu, TGI'in her ulkede guvenilmez sikko bir database'den ibaret oldugunu, klasik muzigin altinda yatan matematigi ve yerel takim tutan adamlarin hepsinin ozunde ne kadar iyi insanlar olduklarini - bir kez daha - ogrendim. bunlarin hepsini ve daha nicelerini ayri ayri ozneleriyle hikayelestirdim. 

bizde tabak bos geri verilmez. ben de maradona'nin hikayesini, aile hakkinda konusmak icin ebeveyn olmamak gerektigini, orwell'in nasil severek barcelona'da yasamaya geldigini ve o donemki barcelona'nin dunyada en buyuk cogunlukta komunizmi yasayabilen yegane topluluk oldugunu, keruoac'in en gercegi nasil yazabildigini ve egoyu ayaklar altina almanin ne kadar basit oldugunu anlattim. bir yol dusun ki hem gelisi hem gidisi var.

zaman dedigin nedir ki boyle bir yolda. o yuzden yol, sonsuzluk icerisinde, sonsuz+1'e kanepede gibi uzanan bir yolculuktan baska bir sey olmamalidir diye dusundugum gece butun dunyanin sukunetle ayaklarimin altindan cekildigini hissettim. 

butun bunlari yasarken, yasamadigim tarafin beni icine cekmesine bir dur demem gerektigini hissettim. senelerdir suregelen, kangrene donusmus gobekbagimi kestim. ustune sakallarimi kestim. kesecek ne kaldi derken biyiklari da kestim. londra'yi ozledim. londra'da bir arkadasimla bulusma plani yaparken "bizim oralara yaklasinca haber ver" dedi. cok yakin oturuyoruz. bizim oralar, londra'da birinci cogul cekim ekini kullanmam 16 hafta surdu.

pazartesi aksami ucak madrid'den londra'ya dogru havalandiginda, camdan disariya bakip madrid'in bozkirlarini izlerken yuzumde devasa bir tebessum vardi. geldigim noktada, icimdeki yegane kudret altay marsindaki kuvvetten ibaret. insan, kendisinin ne oldugunu ve ne olmadigini bilmek adina bence cok cabalamali. benim, kendime yeke yekte cok yenik dusmuslugum vardir. kimi zaman kendimi carmiha bile geriyorum cok iyi geliyor. geriliyorsun, esniyorsun, uzerine civi cakiyorsun, kaniyorsun, oldum saniyorsun ama bir bakmissin yasiyorsun. bir yerde karar vermek gerekiyor.

dun aksam terasta butun bunlari dusunurken iyi ki o karari vermisim dedim. iyi ki o katil, yalanci, sahtekar ulkeden siktirip gitmisim de buraya cinsiyetsizler, topraksizlar, insanliklar dunyasina gelip yeni bir hayat kurabilirim demisim. insan, onu icine ceken ve karsi koyamadigi izdirapla dolu bir vakumdan kurtulunca once bir afalliyor cunku asl kolay olmadi insan gibi yasamak. ama insan gibi yasamanin da tadi baskaymis onu anliyorsun. bir insanin kendisini tanimlayabilecegi en gercek noktasi yasayabilmesidir. surdurulebilir bir yasayabilmek. ozgurce.

1 yorum:

malumafatrus dedi ki...

öncelikle şunu söylemem lazım bu yazıyı okurken spotify'ın National'dan England'ı çalmayı tercih etmesi bence tesadüf değil, yazının telapatik etkisidir.

Çoğu insan geç de olsa kendiyle bir şekilde yüzleşiyor, bazılarımız ise inatla kendinden kaçıyor ve sürekli şikayet ettiğimiz o konfor alanından çıkmaktan da bir şekilde korkuyor...

bu nedenle böyle cesur ve de nihayetinde "iyi ki" denilen hikayeleri okumak çok güzel...çünkü biz korkaklara umuttan ziyade gerçek gerek...