6 Haziran 2011 Pazartesi

pazarın biri



günlerden pazar.
olabildigince sakin bir haftasonu. hala dilim dönmüyor bazı konularda. kahvaltıya gelmesini ne kadar istediysem o kadar dile getiremedim sanırım. belki de hissetti. halen kelimelerin ötesinde bir hissediş olabildigine inanıyorsam bunun tek nedenidir kendisi. tek dilegim hayalini kurdugum o güzel kahvaltıya, bizim kahvaltımıza, aksoy kahvaltısına bir sandalyeyle ortak olmasıydı. cihangirde tabagına otuz lira verdigimiz, ana yüreğiyle kurulanına ise asla paha biçemeyeceğimiz bir kahvaltı. bize para kazandıran iş dünyası bazen o çok anlam yükledigimiz pazar sabahlarını da elimizden alabiliyor ya bu da öyle bir pazardı işte. tüm derdimizde bunun içinden kurtulmak ya zaten.

konu sapıyor.
yarın, bugüne dek beraber geldigim insanın dogum günü. bugüne dek hayatımda taşıdığım tek varlık. envanter hesabı tutulmaz bizde. ne yersen, ne içersen, gelirsin, gidersin. kimseye de niye böyle yaptın demeyiz. herkesin doğruları vardır. bizim dogrularımızın ise ucu keskindir. ona dokundukları zaman tereyağıyla kıl ilişkisi gibi kayboluruz. kıl olan her zaman bizizdir.
bugüne dek çok kez ortak paydada buluştuk. bir gün o bölen oldu, ben bölünen. ertesi gün tam tersi. genelde eşitliğin diğer tarafına olduğumuz gibi çıkmayı tercih ettik biz. dört işlemi bile umursamadık yeri geldiğinde. yirmi metrekareye basketbolu sığdırabildiğimizden beri karşımıza çıkan hiçbir engeli umursamamıştık.

eser sahibinin burada oluşuna istinaden bu pazarı kahvaltıya taçlandırdık. bir aydır burada kadın, ben ilk kez görebiliyorum. biz otuza yaklaştıkça onlar da daha başka onlu basamaklara yaklaşıyorlar. bugün, yarın bilemedin öbür gün onları kaybedeceğiz. sonra ölüm aniden geldi olacak. ölüm perdesine anlamlar yükleyeceğiz. sonra perde kapanacak. biz yine onları ihmal ettiğimizdeki döneme geri döneceğiz. arada elbette gözlerimiz dolacak, kadehleri kıracağız, sessiz kalacağız. ama hiç bir şey değişmeyecek.

bu cümleleri yazan bilinç altım şişli'de taksiden inince harekete geçmiş olacakki çiçekçi aramaya başladım. eser sahibinin papatyaları ve sümbülleri sevdiği kalmış aklımın bir yerlerinde. papatyaları alıp, içine bir not yazdım. yirmi yedi sene önce yarını ve 2011'in bugününü anlatan. arasını tek bir cümleyle özet geçtim. çok şey yazmak istedim ona. herşeyi anlatayım diye. vaktim yoktu. vaktim olsa da kağıt yetmezdi. çok isterdim ona oniki, onüç sene önce odama geldiğinde radyoda yine mi güzeliz yine mi çiçek çalarken bana sarılıp "aile içerisinde bu kavgalar, gürültüler olacak gelecekte bunlar seni ayakta tutacak" dediğinde geleceğin ne kadar uzak geldiğini anlatabilmeyi. oysa gelecek de bir gün gelecek sloganıyla büyüyen bir jenerasyonduk biz. gelecek bugündü, belki de yarın. ama çok uzak değil bugünden, onu biliyorum. ayrıca şiddetli geçimsizliğe takılan aklımı bir anda dağıtıvermişti o şarkıyı çok sevdiğini söyleyerek. öyle girmişti konuya. sonraları ben çok kez gittim madam despinanın yerine. çok içtim kirli beyaz muşabba örtülerin üstünde, o asmanın altında. ve hep suyumla rakımı aynı kareye tokuşturdum.

yumurtalı ekmek, menemen (ölene kadar böyle yazacağım bu kelimeyi), sucuk, izmir tulum, özetle beni yıllar öncesindeki o pazar kahvaltılarına götürecek ne varsa serilmişti masaya. eski pazar kahvaltıları. geleceğin bir gün gelmeyeceğini düşündüğüm o zamanlardan bile uzak o pazar günleri.

çok özlemişiz ayni dili konuşabilmeyi. hasret giderdik. bugünlere gelene kadarki periyoddan bahsettik. hepimiz ayrı yollardan gelmiştik buraya. karşımdaki iki adamdan biri sıfırdan hayatı kurmaya çalışıyordu, diğeriyse tüm varlığıyla hayata meydan okuyordu. bundan sonrasının kapısında durduk. bir ara içeride birileri var mı diye baktık, sonra hemen çıktık. onların otuzlu yaşlarını hatırlıyorduk çünkü biz. yaklaşmıştık artık o uzak geleceğe. bugüne kadar eleştirdiğimiz düzenle ortak olabileceğimiz ilk raya girmişti artık yolumuz. o günün de bir anlamı olacaktı belki biz normal hayatlar yaşasaydık ama bugün aradan dokuz sene geçtiğini anca anımsadığımız istanbul pitstop'u, dünyamızı çevreleyen demirağların hepsini eritmiş, köprülerin altına dinamit koyup patlatmış, sadece yürüyerek keşfedebildigimiz ve bununla mutlu olmayı öğreten bir dünya yaratmıştı.

kahvaltının sonrasını süregelen yılların sonlarına dogru edindiginimiz bir alışkanlıkla, borghetti'yle süsledik. türkün kahvesinin dibindeki telveye yenik düşmesin diye italyan kahve likörüyle çaba sarfettik. shot'lar yuvarlandı, biralar açıldı, ben yine bir sonraki birayı aradım.

Bazen zaman tüm varoluşları silip, süpürse de kimi hissedişlere dokunamıyor. Fosil gibi. Binlerce yıl sonra bile bulduğun bazı kalıntılar ile yıllar öncesine geri dönebiliyorsun. Çok inandıysan, saf inandıysan. Zaten bunlar bir elin parmaklarını bile geçmeyecek kadar kareler ya da karenin köşe sayısı kadarlar, bilemedin bir üçgenin iç acıları kadar.

Hiç yorum yok: