5 Mart 2012 Pazartesi

dövme'den gelenler

yola kalabalık çıkmıştık. sonra yol çok uzayınca kimilerimiz telef oldu. belki de onlar yolu bitirdiler de biz kafası kesilip hayatına en uzun süre devam edecek şanslı tavuk olmak için yola devam ediyorduk. ay farkıyla en büyük benim üçümüz arasında.

geçen sene tanrının doğum gününde aynı yerdeydik. seneler önce aynı gün frusciante doğmuştu, seneler sonra aynı gün ben ikinci kez, medreruno da ilk kez ölüyordu. dövme yaptırmak, ölmek demektir. çünkü o koltuktan kalkınca yeniden doğduğuma inanırım. ölmekten de hiç korkmam.

ele başı olarak en büyük intihar planımızı en ince detaylarına kadar düşünmüştüm. herkesin sırası belliydi. herkes kaçıncı dövmesini yaptırıyorsa o sırada dövdürmeliydik birbirimizi. kemalito'yu izlerken 2008'in agustos'una gittim. koluma hiç'i kazıdığım, sonrasında istiklali kat edekederken boğazımdan giren o ılık yaz rüzgarının parmak uçlarıma doluşunu hatırladım. kuşlar böyle nefes alırlar, aldıkları hava bütün vücutlarında dolaşır. en hafif kuştan hafiftim. kemalito koltuktan kalktı ağır ağır. aynada kendisine baktı. ben oturuyordum. o an zaman durdu. elini başımın üstüne doğru vurur gibi yaptı. genelde geceleri çok ağır içimizi döktüğümüzde, çıkmaza girmişken yarın sabah olacak der gibi yaptığı şekilde yaptı bunu. kafamdan öptü iki kere. çok mutluydu. bütün mutluluğunu hissettim. bazen ölmek gerekiyor mutlu olmak için.

hayatta herkesin kendisini ifade ettiği rasyonel ya da irrasyonel oluşumlar var. tam yirmi yıldır tanıdığım medreruno'yu ifade edebilecek en doğru cümle "life changes, not you" olabilirdi. ama herşeyin bu kadar gerçek olması korkutucu. bunu yaptırıcam dediğinde beş dakikalık hızlandırılmış bir kayıtla yirmi seneyi geriye sardım. herşey değişmişti, şehirler, kadınlar, aileler, okuduğumuz kitaplar, içtiğimiz sigaralar, evlerimiz, ben ama tek birşey değişmemişti. o. filmi sonuna kadar izledim ve yönetmene saygımdan yirmi yıllık cast'ın adlarının da kayarak geçişinin hakkını verdim. arada hatırlamadıklarım çoktu. sonra çaktırmadan dışarı çıkıp bir sigara yaktım. gözlerim doluyordu. arka arkaya iki ölüm görüyordum ve bundan dünyevi bir zevk alıyordum.

benimkisi aynı. A4 kağıdına döndü vücudum. hayata dair isyan ettiğim, peşinde koştuğum ne varsa vücuduma kazıyorum. ileride insanlar neler yaşadığımı merak ederlerse diye onlara Kutadgu Bilig gibi bir beden bırakacağım. herşey üzerimde yazılı. tüm dünyanın anlaması için de her dövmemi ayrı bir dilde yaptırıyorum. ben dünyayı anlayamadım, belki onlar beni anlar diye.

"me llaman calle" ingilizce mealiyle "they call me street", nazan öncel tabiriyle ben sokak kızıyım bana iyi davranmayın, bizon murat tabiriyle sokak hayattır. amiyane tabiriyle de sokak çocuğu.

sokakta açtım gözlerimi. sokak basketbolu oynayıp, sokakta şarap içmeye başladım. sokak arasında kavga edip, sokakta yattım. sokakta kaybettim sevdiklerimi. sokağın tam ortasında. sokağa çıkmaktan hiç vazgeçmedim. yurtdışına gittiğimde müzeleri değil, sokakları gezdim.

hani bazı yazıları okurken dalıp gidersiniz "bak aynı başına gelmiş adamın benim başıma gelen, o da üzülmüş benim gibi. benimki daha acıklı değil onunkinden, fiyakalı değil onun acısı benimkinden, sade güzel olan kelimeler" diye düşünürsünüz. işte me llaman calle'nin sözlerinde de aynı kekremsi, sigarayı yaktıran tat var.

ben de öldükten sonra üç çift göz, üçgen şeklinde birbimize baktık. camlarla çevrili oda bir anda buz kesti. her gözün kör noktasının altında yatan büyük haykırışlar vardı vücutlara kazınan ve onların ne olduğunu bilen karşılaştıkları diğer gözlerdeki sarı lekelerdi. lekeli, kafası kesilmiş, körlerdik, değneksiz yolunu bulmaya çalışan. rekora koşarken.

beyler fotoda ibnelik var.

Hiç yorum yok: