Kahraman, seksenli yılların ilk yarısında türkiye'nin kalburüstü şehirlerinden birinde, çekirdek bir ailenin ilk ve son mahsülü olarak dünyaya selam çaktı.
Kahraman'ın babası, o zamanların adetlerinden olan kaybedilmiş aile büyüklerinin isimlerinin yeni gelenlere verilmesine oldukça karşıydı çünkü ölülere dirilerden daha büyük saygı duyuyordu. ismin yerine geçebilecek hiçbirşey olmadığını düşünüyordu ve bu yüzden kendi babasını yeni kaybetmesine, acısı halen görenlerin içini yakmasına ragmen oğluna babasının ismini vermek istemedi. Kahraman, doğduğu ilk andan itibaren babasıyla arasına giren bu soğukluğu seneler sonra fark edecekti.
Kahraman'ın annesi ise evlilik cüzdanını aldıktan sonra nüfus müdürlüğüne giderek, cüzdanında taşıdığı pembe kağıdın üzerinde her gün karşısına çıkan doğum tarihini evlilik yıl dönümüyle değiştirtti. bu süre zarfında geçirdiği yirmidört seneyi çöpe atmaktan asla çekinmemişti ve ilk aşık olduğu, evlendiği adama kendisine can vermişcesine bağlanmıştı. bu kadar inançlı bir kadının, mahsülün bir ömür boyu taşıyacağı adı hakkında söz sahibi olacağını bilmek için okul bitirmeye de gerek yoktu.
Kahraman'ın babası belki kendi babasının yakın zamanda terk-i diyar eyleyeceğini bildiği için belki de her zaman dile getirdiği gibi gerçekten çocuk sahibi olmayı çok istediği için eşinin hamile kalamadığı dönemde zor günler geçirdi. hayat boyu istediğini alamadığı için tepkisini insanların suratına açıkça vurmaktan çekinmeyen bu adam için yaşadığı belirsizlik kendisini sorgulmaya itmiş, sonrasında Kahraman'ın dersaneye gideceği bina olacak yaşadıkları evin altı metrekarelik dar koridorunda gece boyunca "yetiş oğlum hadi, yetiş artık" diye kendince büyük, gerçekten gülünç voltalar atmasına neden olmuştu. çağrılara kulak asan Kahraman bir süre sonra geleceğini haber verdiğinde, kendisine benzer milyonlarca arasından ne kadar şanslı olduğunu ispatlarcasına kendisine verilecek adı da çağırıyordu bilmeden. artık bazı şeyler birilerinin canına yetmişti ve o da yetişmişti.
Kahraman'ın annesi aklı başında kadındı. hem doğumun hem de doğurmanın ne olduğunu biliyordu. can vermek ve can bulmak arasındaki ince çizginin üzerinde yürümüştü yükseklerde akrobasik hareketlerle. bir gece vakti eşine önce yetiş'in bir pirinç markası olduğunu hatırlattı sonra da kendince doğrularla karnında taşımaya başladığı canın hayatları için ne kadar önemli olduğunu ve önlerindeki nice yıl için birliktelik sebebi olacağını anlattı. doğumun gerçekleşeceği gün kucaklarına alacakları bebeklerinin kulağına "cansın" diye fisıldamanın ne kadar mucizevi bir his olacağını anlattı çöpe attığı, can saymadığı yirmidört seneyi tekrar yaşayarak. isim koymuyorlardı da evin üçüncüsüne hitap şekillerini belirliyorlardı sanki. kendi çaplarında haklı sayılabilirlerdi. pi sayısına çok güvenmemek gerektiğinin hala farkında değillerdi ikisi de meslek lisesi mezun oldu için.
doğum zamanı gelip çattı. çatmadan önce çatırdamalar başlamıştı ikili arasında. seksenler zor senelerdi. bir tanesi altı, diğeri yedi kişilik ailelerden geliyordu. kalabalıkta gerçekleri saklamak kolaydı. aynı çatı altında iki kişi kalınca saklanacak hiçbirşey kalmamıştı. içinde herşeyi saklayabilecekleri bir Kahraman'a ihtiyaçları vardı. son bir hevesle baba bu birlikteliğe sarılmak gerektiğini düşündü. eşinin önceki gece can verdiği mahsül zamanında yetişemese de bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına saklanacak daha çok gerçek vardı. canını kucağına aldığında Kahraman'ımız geldi dedi eşinin gözlerinin içine bakarak.
o an iki çift göz şimşek gibi çaktı doğumhanenin orta yerine, gök gürledi, yağmur başladı, hastanenin elektrikleri gitti, Kahraman bağırmaya başladı, son kez ağladı dünyaya gelişinin henüz ilk saatleri olmasına ragmen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder