18 Temmuz 2011 Pazartesi

Anahtar Şıngırtısı



Anahtar şıngırtısı küçükken benim için hayati bir tılsımdı. Babamın apartmana girişinin habercisi olur, o ses yaklaştıkça ben de babamın kucağına atlamak için geri sayıma geçerdim. Küçüktüm o zamanlar, şimdi dışarıya çizdiğim agresif, beton kalpli, insanlığa düşman adamın birinin kucağına atladığını düşünmek de yeterince ironik.

O şıngırtı benim için o zamanların şartlarında hayati bir değere sahipken, onun için gündelik, önemsiz bir refleksti belki de. Yıllar sonra muhabbetimizin alt başlığı olan bu şıngırtı hakkında konuşurken, benim o sese olan ilgimi farkettiğini ve kucağına atlamamı çok sevdiği için sokak kapısını açtıktan sonra anahtarı cebine sokmayıp, tırmandığı beş kat boyunca duyduğumdan emin olana kadar anahtarını şıngırdattığını söyledi.

O zamanlar onunla geçirdiğimiz bitmek tükenmek bilmeyen akşamların bir sonu olacağını düşünmezdim. Balkonda annemle babamın birbirlerinin içine düştüklerini fark etmeden onları dinler, her gece içilmesine şaşırır, yemek seçerdim. Tüm bunların yanında karanlıktan da çok korkardım.

Aradan geçen yıllar bu toprakların üstündeki insanlara ekonomik dar boğazlar, doğa üstü felaketler yaşatırken, bastığı toprakların altına gömdüklerini hatırlayacak kadar insan olanlara bir de duygusal tramvalar ekledi hayat abaküslerinde.

Zamanın uçucu olduğuna inanan bizler, yaşadığımız en güzel duyguların -miş'li geçmiş zamanlar yerine -di'li geçmiş zamanlardan ibaret olduğunun farkına vardığımızda içimiz burkulur. -di'li geçmiş zaman, insanın gururunu okşatan, oradaydım hissi verir. Bundan yirmi sene önce ben annemleydim, babamlaydım.

Birbirimiz hakkında -miş'li geçmiş zamanlarla haberdar olduğumuz son onbeş yılın sonunda, ben ilk kez deplasmana çıkmaya karar verdim. Bundan bir kaç sene sonrasına konu olacak belki de son -di'li geçmiş zamanlarımızı yaşamak ve yaşatmak adına en ruhlu, çubuklu formayı giyip sahaya çıktım.

Dolu dolu geçen üç günün bu son gecesinde gördüklerim, küçükken karanlığın içerisinde korktuklarımdan daha ürkütücü ve gerçekti. Zaman şiddetli bir rüzgarmışcasına uçmuş, eserken etrafında ne varsa alıp götürmüş, yüzleri ve elleri kırıştırmış, saçları dökmüş, karşısında dik durmak da güç gerektirdiğinden fazlasıyla yormuştu.

Birbirine aşkla bakan ikili, sarmal bir yapı halinde birbirlerini aynı konularda zorlamaya başlamış, hayatlarını kendilerine özgü bir alan kalmadan dört duvar içerisinde yaşamak üzere sıkışmış, içilen rakının yerini bol demli çaylar, kavunun ve peynirin yerini astım, kalp ve tansiyon hapları almış,incir çekirdeğini doldurmayacak konular zamanla beraber bulut yüklü kar toplarına dönüşmüş, mutlu olmak basit bir takas yoluyla sinir olmak ile değiştirilmiş, çift kişilik yatak iki ayrı tek kişilik yatağa bozdurulmuş, karşıyaka ve alsancak'ın yerini karaktersiz bir altınkum almış, otuzlar ikiyle çarpılıp atmışa merdiven dayanmış, birinci çoğul geniş zaman kipleri de yerlerini ikinci tekil emir kiplerine bırakmış.

Babam artık evden çıkarken anahtarını yanına almıyor, masanın üstünde bırakıyor. En önemlisi de bu...

Hiç yorum yok: