13 Mayıs 2010 Perşembe

sevgiler ve saygilar

kac kisi annesiyle babasinin evliligine sahitlik edebilirki. ben sahit olmadim, cok sevgili medreruno resmi sahit oldu ama oradaydim. bu birliktelige sahit olmak da ondan baskasina da bu kadar yakisamazdi zaten. ucaktan izmire inince ipod'un shuffle'inda beirut farkettirdi bana hayatin bir saka oldugunu. cumartesi aksami evde yanan mangalda daha iyi anladim nereden geldigimi. valideden daha manyak, kaptan daha da asabi, en az onun kadar tekele bagista bulunma heveslisi bir mahsul cikmisti ortaya yirmi alti sene once.

hediyesini pazar ucaga dogru giderken verdik kaptanin. eee birader, bizde boyle. yersen. fotograflar da haftasonu. fotograf demisken, insanlar yaslandikca her kareyi dondurarak zamani avuclari icerisinde tutabileceklerini zannediyorlar, yine de kendilerini bu cocukca yalana inandirmalari guzel. alkolun de etkisiyle sarki soylememi istediler benden gunun anlam ve onemine dair, kiramadim ben de tabi. simdi bana kaybolan yillarimi verseler dedim, kimse anlamadi, bu mutlu geceye uymadi bu sarki dediler. bir cift goz aradim beni anlasin diye, uc cift gordum karsimda. uymustu!

asagidaki yazi da bir askin hikayesi. tam bir revolutionary road.

Küçükken annemle babamın evlenmeden önceki hallerini merak ederdim. Evlendikten sonra başkalaşım geçirdiklerine inanirdim. ikisinin de otuzlu yaşlarda oldugu dönemi hatırlıyorum da ne kadar yaşlandılar diye düşünüyördum onlar kırka dogru ilerlerken. Benim marul kıvırcıgı şaçlarım ve kepçe kulaklarım, onların kırlaşan şaçları ve yavaş yavaş harita kıvamını almaya başlayan alınlarına göre daha ciddi düşünülmesi gereken unsurlardı ama çocuktum ve benim o zaman hayata dair düşünmek gibi bir yetenegim yoktu.

Aradan zaman geçti, artık saçlar daha çabuk beyazlaşmaya ve kırışıklıklar artmaya başladı. Belli ki sıkıntı büyüktü, hayatı konuşmaya başlamıştım. Artık aklımın yettigi, dilimin döndügünce onları karşıma alıp konuşuyordum. Kelime haznem çok derin degildi o dönemler ama birkaç kelime ortak noktayı bulmamıza yetiyordu. Yine de hayat kimi zaman size sundugu imkanları kullanamadıgınız durumda daha fazla taviz vermiyor ve dikenlerinin canınızı yakmasından çekinmiyor. Bu diken batmalarına dayanamayan kahramanlarımız, daha fazla batmamak adına yollarını ayırırlar ve hikaye eş zamanlı olarak ufaklıgın büyümesi ve büyüklerin küçülmeşı ile seyretmeye başladı.

Tek bir kare anlatacagım;

Lişe’deyken üç günlügüne iştanbul’a gitmiştim, o zamanlar iştanbul’da bir hayat kuracagımı, yerleşecegimi aklımın ucundan geçirmiyordum. Sabah eve dönerken anahtarımı şıngırdatmaya başladım çünkü ben aksoy’daki evimizde babamın merdivenleri çıkarken anahtar şıngırdatmasını duyar ve ona anahtarını delige sokma şansını vermeden kapıyı açıp, boynuna sarılırdım. Bu kez roller degişmiştı. Dört senedir yaşamadıgı, benim belkide son senemi yaşadıgım o evin kapısını babam açmıştı bana. Kapının arkasından da annem çıktı. O zamanlar kolay aglardım ben ve yine koyvermiştim kendimi. Karşımdaki tabloyu tekrar yaşamak için ne diller dökmüştüm, o zamanki tek hayalim onları birleştirmekti ama yapamamıştım. Babam üçgenin hipotenüsü olup, bizi kolları arasına aldı ve tek bir cümle kurdu “herşey çok güzel olaçak evlat”. Eminimki on sene sonra bugünü düşünerek o cümleyi kurmamıştı.

Ne ruhun esrarı, ne de aşkın kudreti hayat gerçeginin önüne geçemiyor ve herkes payına düşeni günü gelince ödüyor. Hayatını aşk temeli üzerine kuran, şiddetli bir depremle yıkılan ve yıllar sonra yine aşk temeli üzerine daha saglam bir yapı inşa eden kahramanların hikayesi bu. Geriye dönüp yorulmamayı artık ögrenmiş, başını dik tutup önündeki birkaç senede birbirine eş olmayı kafasına koymuş, hayatın kendisine nanik yapıp, galibiyetlerini bir de defteri imzalayarak taçlandıran kahramanlar. Ne kahraman, ne cesur, ne güzel çocuklardık biz.

07.05.2010

Hiç yorum yok: