22 Mayıs 2015 Cuma

renklerin içinde

bilemiyorsun, zaten nasıl bileceksin ki. 
içindeyken anlıyorsun da hep çözmeye çalışıyorsun kendince. insanın kendisi çözmeye programlanmış. 

insan, kendisini anlamaya başlayınca hiçbir şeyi çözemeyeceğini anlıyor. anlatmakla olmuyor yaşaman lazım’ın temeli de benzer. 

kalkamıyordum, kendimi kaldıramıyordum ve kalkmıyordum sonunda. 

biraz sararıyor önce. daha önce üzerinde görmediğin bir renk olduğu için yabancılaşıyorsun. sarıya da alışmaya hazırsın, çok fark etmiyor. sarı, inceden turuncuya kayıyor. oranj diyorlar kimi yerde. ona da alışıyorsun. portakalı sevdiğin için sadece. bir kış gecesi, aralık sonu ya da ocak başı. sadece valide televizyon karşısında, kucağının bir tarafında bir tabak dolusu portakal, diğer tarafında birazdan dilimleyip sana servis edeceği boş tabak. senin esofmani takim olarak giydigin son gunler. o portakalları şipşak kesip, sana servis edip, şapır şupur yediğin için oranjı da bir renk olarak kabul ediyorsun. rengin sicagi boyle oluyor. sırf onun güzel hatrına. yersen. yemezsen arkandan ağlar. 

sonra kırmızıya dönüyor. oranjda turuncuyu yakaladığın gerçeklik aslında alıştığın sarıyla, karşına çıkacağını fark etmediğin kırmızı arasında sıkışmış bir çaba. kırmızıda neyle karşılaşacağını çok sonra - o da çaba sarf edersen - farkına varıyorsun. 

tırnaklarımı yemeyi tamamen bıraktığım için, uzayan işaret parmağımın tırnağı orta parmağımın sağ tarafını yırtıyor sol cebimdeki iphone’u çıkartmaya çalışırken. kirmizi her an gercek. kendi parmağımdan akan kanı emerken, metroda beni izleyenleri fark ediyorum. bir anlık şaşkınlığın verdiği durgunluktan sonra bir daha kanayamayacakmiscasina emiyorum orta parmağımı. biraz da yalıyorum kenarlarını, dişlerimi hiç değdirmiyorum. artçı iki dil darbesiyle iz bile bırakmıyorum katile dair. bu hayatta her şey nereden baktığına bağlı. 

yeşil ışık yanıyor yaya geçidinde. yeşille beraber kulakları sağır edercesine bir sinyal inlemeye başlıyor, yeşilin yerinde 13’ten geri saymaya başlayan trafik lambasında. herhalde 13 saniyem var diyorum karşıya geçmek için. 9’u rakamla gördüğüm an hareket edebiliyorum. 

o 4 saniye içerisinde;
birazdan karşıya geçtiğimde eat in or take away sorusuna vereceğim cevabı bildiğim için çok düşünmüyorum, ceketimi giymeden önce attığım mailin to’sundakileri düşünüyorum - acaba norveç ekibinden doğru insanı mı ekledim - , yirmi iki dakika sonra gireceğim toplantıda söyleyeceklerime hazır mıyım, geçen sefer wooleys’den aldığım pilav çok sertti bu sefer bagete mi girsem - illa take away - , sola mı bakacağım yoksa sağa mı - amına koyayım bunu da bir türlü öğrenemedim -, pret a manger de var kenarda - bacon tavuğa girip garanti mi oynasam -, eralp nasıl oldu lan acaba, diğerleri nasıl, peki ya ecem, bi sigara yakayım bari karşıya geçince. 
hepsi sadece 4 saniye. fazlasi yok. 

aynı lambada 8 ile göz göze geldiğimizde çoktan ilk nefesi almış olup 7’nin suratına vuruyorum icimde bir tur attirdigim dumani. 
rakamlara aşığım.

maviyi arıyor kalbim. beynim değirmende bugday ogutup ekmek yapıyor ama kalbim hala ramazan pidesi kuyruğunda. o da sırf senede bir ay çıkıyor da tadalım diye. ramazan pidesini ya da maviyi aramaya devam ediyorum. ömür ya da gönül terasa çıktığında rahatlıyor. 

terasa kendimi attığımda Bingazi'den Syracuse'a cikmis libyali multeci gibi seviniyorum. mavinin tüm tonlarını geçmişim de en güzeline, karaya çıkıp onu izlemeye koyulmuşum gibi.

sarı, oranj, kırmızı. sonra da alakasız bir mavi. gökyüzünün derinliğinin içerisinde hipotenüs hesabı yaparken buluyorum kendimi. tamam diyorum, geldik. 

haftalardır londra’da her yağmur yağdığında sarı, oranj, kırmız, mavi diye gökkuşağı arayan gözlerim, bugün asıl gökkuşağının gözlerimin baktığı ya da gördüğü yerde değil de renklerin içinde olduğunu anımsatıyor. 

kör olmak istiyorum bütün bu dalaverenin içerisinde. 
gözlerimi kapatıyorum, şaraba sarılıyorum dört tarafı açık terasın bana verdiği yetkiye dayanarak. 
ne guzel diyorum sariyi, kirmiziyi, oranji ve maviyi tam karsimda bir arada gorurken.
yemin ediyorum bu kez abartmıyorum. zaten artik abartilacak bir sey de kalmadi. 
böyle geldi içimden. nedir yani. 
biraz daha alabilir miyim.
söz bu son. 
sonra hepimiz kendi renk cümbüşümüzde kendimizi bulmaya devam edeceğiz. 

kalkıyoruz.
sabah yedide kalmam lazım. 



1 yorum:

Emily dedi ki...

Very poetic...