- biraz zor cevaplaması. özellikle de böyle pat diye sorunca. samimiyetsiz bir soru. öncelikle neyi ve sonrasında bir şeyi aradığımı ve hatta aradığım şeyi burada aradığımı bilsem zaten burada olmazdım.
- ben sana son cümleni sordum ama sen istediğin yerden başlayabilirsin. samimiyetime güvenirsen sevinirim. şöyle yapalım. neden beyaz gömlek?
- anladım. ters manyel. senin istediğin gibi olsun. azdan az çoktan çok gider. soruyu arkanda duran ve benim kendimle tam yüzleşmemi engelleyen aynayı kullanarak kendimce devşiriyorum. aslında o gün orada ne aradığımı sorman lazım ama hem sen bu soruyu sormadan hem de senin sorun havada kalmasın diye cevap vereyim. gömleği hikayeye saygımdan ötürü giydim, beyaz olma nedeniyse tek gömleğimin beyaz olmasından ibaret.
- hep böyle kendine sorular sorar mısın?
- sence burada ne arıyorum?
- bulamadığın cevapları?
- hayır. soramadığım soruları.
- sekiz kırmızı kart görmüşsün kariyerinde. altısı aynı takıma karşı.
- bazen soru sormaya gerek kalmıyor değil mi?
- ….
- o gün o maça gitmeyecektim. bizim ligin bitmesine daha üç hafta vardı. ligin bizim takım için bir anlamı kalmamıştı ama profesyonellik gereği ingiltere’de her gün ulaşılabilir olman gerekiyor. çok basit kuralları var sistemin ve yaşamına devam etmek için kabul etmek zorundasın. o cumartesi maçı kazandıktan sonra pub’a gidip içtik tüm takım. burada ingilizlerin neden o kadar içtiğini anladım. o kadar çok hakkını veriyorsun ki yaptığın işin sana kalan kısıtlı zamanda da kendini kaybedene kadar alkole düşüyorsun. o gün attığım iki golle birlikte, ikinci yarı geldiğim shoreditch united’da attığım gol sayısı sekize ulaşmıştı. adaptasyon sürecimin beş haftalık gol orucunu çıkartırsak yedi maçta sekiz gol atmıştım ki ikinci lig için çok iyi performans. neyse, özetle o zamanlar londra hayatı güzeldi ama sadece londra hayatı güzeldi işte. içince canavarı uyandıran insanlarız. o gün, o keyif ve özgüvenle o kadar da içince soluğu sabah havalimanında aldım.
- biliyordun yani gidebileceğini.
- insan biliyor tabi. -ebilmek aynı zamanda bir tercih. benim ömrüm o formayı terleterek geçmiş. 28 yaşına kadar o mahallede büyüdüm. evden çıkıp yürüyerek stada gider soyunma odasına girerdim. stada girmeden apo, cigo, namık ile az piyiz yapmışlığımız yoktur. hatta bir keresinde ben boş kaleye gol kaçırdığımda apo “ulan ben sana dedim o son dubleyi içme diye bak boş kaleye kaçırıyorsun amcık ağızlı” diye bağırmıştı da seksende beraberlik golünü atana kadar yemediğim küfür kalmamıştı bütün tribünden. profesyonellik yoktu bende anlayacağın. iki beden büyük geliyordu. o yüzden de biliyordum önce istanbul’a sonra da izmir’e giderek maça yetişebileceğimi.
- soyunma odasına uğramamışsın o gün. neden?
- hepsini okumuşsun şaşırtıyorsun beni.
- samimiyetime güven demiştim.
- her samimiyetime güven diyene güvenseydim - ki sırf samimiyet kelimesini sevdiğimden, ağzından çıkan insanı sevmesem bile koşulsuz güvenmişliğim vardır - işte burada olmazdım. soyunma odasına uğramadım çünkü orası artık benim soyunma odam değildi. ben orada 28 sene soyundum. çırılçıplaktım. evden stada yürürken çıplaktım, üzerimde formayla alsancak stadına adım attığımda da çıplaktım, çıplak olduğum için cankuşlarımla stadın önünde piyiz yapıyordum, çıplak olduğum için o takıma karşı oynarken her maç kırmızı kart göreceğimi herkes biliyordu. ama hakkı bey, adınıza ters düşüp hakkını vermediğiniz bir şey var; o altı kırmızı kartı da iç saha maçlarında gördüm. sırf tribündekiler değerini bilir diye.
- tribünlere oynuyordun yani.
- evet tribünlere oynuyordum hakkı bey. senenin tüm maçlarında kendim için, forma için oynarken her sene bir maçta da tribüne oynuyordum çünkü tribün hakkı verilmesi gereken bir varlık. ben kimim ki bu tribündeki insanlar beni destekliyor diye düşündüm hep. tolstoy’u bilirsiniz büyük ihtimalle. tolstoy, insanın inançlarının mutlak karşılığı olduğunu savunur. inanç, beşer hayatının öğrenilmesidir ve o sayede insanın salt kendisini düşünmeyip yaşadığı şeydir. benim hayatım futbol. futbol kadar beşeri bir gerçekliğin içerisinden en büyük parçası olan tribünü nasıl yok sayabilirsiniz. en azından ben saymam.
- madem bu kadar beşeri gerçeklikler peşindeydin de neden hayvani dürtülerle hareket ettin?
- yürekte açılan yaralar, bir insanın bağımsızlığı karşılığında dünyaya ödemek zorunda olduğu çok doğal bir bedeldir. o yüzden bağımsızlık peşinde koşmak sizin kitabınızda hayvaniyse eğer evet bir ayı gibi anırdığımı, bir at gibi kişnediğimi, bir fare gibi kemirdiğimi, bir arı gibi soktuğumu, bir köpek gibi havladığımı ve hepsinin hakkını verdiğimi gönül rahatlığıyla kabul ediyorum. neyse ki hayvanın önüne evcil sıfatını koymadınız, cevaplarım çok daha farklı olurdu.
- seninle bir hayvanın evcilliği polemiğine girip vakit kaybetmeyecek kadar hayvansever olduğunun farkındayım. o maçı tribünde yaşayan biri olarak neler düşündün?
- bu mu en güzel sorun.
- en güzel sorumu en başta sordum sen anlamadın.
- o gün sahaya
devrim
melih - ömür - turgay - suat
kaan - kaya - altan - niko
mustafa - metin
dizilişiyle çıktık. o gün bizim takımda çok sakat vardı, yedek ağırlıklı kadroyla sahaya çıkmıştık. en güzel kadromuzu son maça saklayamamıştık.
- devrim, o tek başına duran. melih, kısıtlı kapasitesiyle sürekli zorlayan, ömür ile turgay yılların dostluğu. mustafa senin partnerin, niko ikinci dalgayla gelen. onlar aslında bir takımdı.
- sen ne arıyorsun burada hakkı bey? kalanları ölüm gibi kaybetti o gün.
- beni ters köşeye yatırdın ogan.
- hayat bizi hep ter köşeye yatırdı, bu da senin hakkı’na düşen beyim.
- devam edelim.
- bundan sonra soru sorma olur mu? siktirtme belanı. ben anlatacağım hepsini sana.
- ...