28 Kasım 2010 Pazar
Doktor
Telefonun diğer tarafından gelen ses hala kulagımda. Yorgun ama hevesli. Nasılsın diyor sadece. İyi degilim demeyip, tonlamamla hissettirmeye çalışıyorum. Hiç bir zaman iyi değilim diyemedim zaten ama gerçekten iyi değilim. Yoruldum, sırtım ağrıyor.
Bu trene binip de yola çıkarken her vagonda farklı umutlar vardı. Umut yüklü vagonlar. Saf hayaller. Kendi kendimin doktoru olmaya çalışıyorum. Hem hasta hem doktor benim. Sorguluyorum ve susuyorum. Ağzım da kuru. "Deymesin yağlı boya" kıvamında günler geçiriyorum. Deydiğim her yerde yabani otlar bitiyor. Büyüyorlar. Sarıyorlar beni. Zehirli sarmaşıklar. Zehir de benim panzehir de.
Soruyorum, "bu tren nereye gidiyordu" diye kendime. Cevap yok. Soruların hiç birinin cevabı yok. Yoruyor artık. Sırtımdaki ağrı tüm omurgamı sarıyor. Doktora gitmem gerekiyor. Doktor kim?
Buna da cevap yok.
Doktor, bu ne amk!!!
Bir bardak daha çay koyuyorum kendime. Hayallerimde hep dumanı tüten çaydanlığın cama vurdu buğu var. Çocukken o cama "ogan" yazardım. G'ler kesişecek şekilde dikey bir "turgay" yazardım; N'ler kesişecek şekilde de bir "nilgün". Amacım aslında üç kelimeyi tek bir kelimede kesiştirmekti ama olmadı. Hiçbir zaman beceremedim o üç kelimeyi kesiştirmeyi. Zaten adın yerine geçen o üç beden de hiçbir zaman kesişemedi.
Oluyor böyle kimi zaman. Erken atlattığım düzen kurma kaygısı, yerini trenin rotasına bırakmış durumda. O yaş, bu yaş sanırım. Bindik bu trene tamam da nereye gidiyoruz arkadaşım? Madem iki durak arası bu kadar uzaktı, insan söyler tedarikli binerdik. Tünelin ucu diyordunuz hani, Seikan mı burası?
Şimdi bir çay daha koyuyorum kendime. Mutfagımda cam olmadığını fark ediyorum. Çocukluğumdaki en büyük oyunumu oynayabilecek ekipmanım yok elimde. Kendi tuttuğum evde hem de. Kapısından girdiğim an, köşe bucak dolaşmadan "tutuyorum" dediğim evin mutfagında cam yok. Ben varım, hala varım.
- Ogan Bey
- Benim
- Doktor Bey sizi bekliyor
- Vay doktor, sonunda karşılaştık. Geldik mi?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder