27 Kasım 2008 Perşembe
kasım biterken
yataktan kalkamamaktan, uykusuzluktan, torbalarının ağırlığından sürekli çukur kalan gözlerimden, med-cezir aklımdan, siyahla beyazdan, konuşurken gözümün içine bakamayanlardan, yağmurdan, sonbahardan, paradan, alelacele değerlendirilmeye çalışılan haftaiçi akşamlarından, sahte tebessümlerle geçen asmalımescit haftasonlarından, oh dedirtemeyen rakı muhabbetlerinden, reminder'lardan, cevapsız çağrılardan, istanbul'dan, yazamamaktan, dinleyememekten, bağıramamaktan, herşeyden, herkesten...
26 Kasım 2008 Çarşamba
21 Kasım 2008 Cuma
time
18 Kasım 2008 Salı
fade and die
yukarıdaki iki fotograf bir seçim propagandasına ait değil. Ne baykal'ın izmir seyahatinden ne de tüm ege'nin dolduğu yalama akp mitinginden. Her iki fotograf da bugun KARŞIYAKA'nın kalbindeki cenazeden...
blog'daki ilk entry'lerimden biridir futbol hakkında yazdığım. blog'u futbol çevresine döndürmemek için de bugüne kadar çok önemli bir konu olmadığı sürece yazmadım futbol hakkında.. Yine de vurgulayayım, bu yazı futbol hakkında değil, bir yaşam tarzı üzerine..
21 yaşında, üniversite öğrencisiydi.. benim büyüdüğüm sokaklarda büyüyen, akranlarıyla oluşturduğu ekürisi olan, senin benim gibi biriydi. belki sakin karşıyaka gecelerinde karşılaşıp afiyet olsun muhabbeti bile yapmışızdır, belli mi olur.. benim üçgen potam gibi onun da bağcısı, gode cengiz'i vardı..adını bilmiyorduk onu da öğrendik, pazar günü...
kimse bilemezdi, neden sıradan bir basketbol maçı için bandırma deplasmanına gittiğini, pazar gününü semtinde geçirip tayfasıyla ertesi günkü önemli maçı kafalarında oynayabilirlerdi..ama aşıktı, isyankardı, gitti, gelemedi...
kırılsa da kanadımız
asiye çıksa adımız
duyan duysun
bilen bilsin
böyledir bizim sevdamız..
hiç unutmadığım bir maç 2002'deki ksk-göztepe tsyd maçıdır. futbolun cinayetle eş değer olduğu bir gece geçirmiştik. 15'lik veletlerin taşıdıkları bıçakları görüp şok olmuşken, başımızın yanından uçan satırlardan kaçar bulmuştuk avni'yle kendimizi. ertesi sabah gazeteleri okuduğumuzda ise hıncal uluç'un "bu iki takımı liglerden ihraç edin" yazısını okurken gülmüştük. basın yine yapmıştı yapacağını, eyyamcı medya ve maşa polis işbaşındaydı çünkü izmir bu sınırlar içerisinde kalan ve kendine özgü ismi olan 80 küsür yerden daha farklıydı, herkesin bizimle uğraşmasına biz alışmış ama boyun eğmemiştik. özellikle futbolda..
şimdi ise yukarıdaki fotografa bakın. Pankartın tamamında "ACINIZ ACIMIZDIR" yazıyor. Karşıyakası, göztepesi, altayı, bucası, altınordusu, karagümrüğü hepsi aynı gözyaşını döküyor. Bu dayanışma ve öfke paradoksunu sadece izmir'de görebilirsiniz. Zaten özgür ve hepimiz bu etkileşime vurulmadık mı?
kısacası bu seferki farklı. bu hikaye sadece özgür'ün değil, senin, benim, onun..okuduğunda kendini görebilen herkesin.
tribünde büyümeyen anlayamaz bu karşılıksız sevgiyi, coşkuyu, gol attıktan sonra kendini beş sıra önde bulmanın zevkini, galip dönülen bir deplasman dönüşü çekilen uykunun huzur katsayısını, son dakikada yenen gollerin hayata küstürdüğünü.
özgür, diyarbakır'ı yenip de şampiyon olduklarında babasının omuzlarında kendi sahilinde tur atarken 4 bilemedin 5'indeydi, denizli'de adana demir'e kaybettiklerinde 15'inde, bursa'daki basketbol kupa finalinde 17'sinde, , bandırma'ya giderken de 21'indeydi.21'inde kaldı...
17 Kasım 2008 Pazartesi
13 Kasım 2008 Perşembe
deep thrills
fluid motions in the weightlessness
well it`s all forgotten worries
and long gone stress
a million miles from mean streets like this
now we drink black coffee in downtown
washed clean of the grime and the city sins
the only sharks you`ll find down here have fins
you`re under threat no longer
so close your eyes
and we can navigate by sooner...
12 Kasım 2008 Çarşamba
lock, stuck and a smoking barrel
11 Kasım 2008 Salı
db-altay
atletico madrid'in baskani, yonetmen ve ayni zamanda produktor kendisi...gectigimiz haftaki liverpool deplasmaninda gerard son dakikada penaltiyi yaptirdiktan sonra su yorumda bulundu "Gerard'a film teklif edecegim, iyi rol kesiyor" Enrique Cerezo...
dun beni katleden maç hakkında benzer bir yorumda bulunacagim..
en iyi yonetmen.. 40. dakikada 3-5-2 ye donen, 65.dakikada topu oyuna sokmak icin hirsindan bes metre sahaya giren feyyaz hoca..
.....
en iyi yabanci soundtrack..diyarbakir taraftari..
en iyi dublor..senol demirci...(mac boyu yerden kalkmayan 3.golun sahibi)
en iyi yardimci ERKEK oyuncu...yasin avci...
en iyi sovmen... bulent ataman...
en korkak lobi...bana dokunmayan yilan bin yil yasasin mentalitesiyle varolan ozgener yonetimindeki federasyon...
en guzel tactan gol yiyen takim... altay...
and the oscar goes to "orjinal formayi sonuna kadar isteyen taraftar"...
cagan ırmak
künyesi hakkında bahsetmeme gerek olmadığını düşünüyorum..
izmirli olması yeterli..
babam ve oglum'u izlediğimde günlerce kendime gelememiş, filmle aramdaki ilişkiyi neden sorusu ile bile ilişkilendiremeyek kadar kendi kendime kalmıştım. sonrasında televisyonda izlerken de izlememek isterken de beni en çok etkileyen, hıçkırıklarıma katalizör etkisi gören sahnelerin dialogların olmadığı, müziklerle harmanlanmış kareler olduğunu farkettim...çağan ırmak bu işi iyi yapıyordu..
beynin hükmettiği tüm hareket ve davranışlarınız kilitleniyor, sadece duyduğunuz muzik sayesinde bilinç altınızda uyanan unutulmuşlukların size verdiği zarar, hüzün ya da kekremsi mutluluklarla başbaşa kalıyorsunuz. kabustan uyanırmıscasına kurtulup yuzunuze o keyıflı tebessumu yerleştirmek istersiniz ancak fay hattı kıpırdamaya başlamıştır... sağlam bir yapı kurduysanız küçük yaralarla atlatabilirsiniz bu durumu ya da yepyeni bir sen inşa etmek zorunda kalırsınız..bir diğer çağan ırmak filmine kadar şansınız vardır sadece...
ıssız adam filminde herkes kendinden parçalar buldu ama benimkiler farklıydı.. herkesin kendisini görebileceği kadar basit, kimsenin çekemeyeceği kadar etkileyici bir filmdi..film dahilindeki şarkılar o kadar anlamlı ki, bazı sahnelerde o şarkıları çalmak yerine istenileni dialoglarla anlatmaya çalışmak çok daha zor olurdu...
film çıkışında kendisiyle karşılaşmamızın tesaduften ziyade murphy ile alakalı oldugunu düşünüyorum.. milyonları eserleriyle başbaşa bıraktığında pes dedirten, ulan bu adam ne yaşamış sorusuna cevap ararken karşımızda gorunce ağzımızdan çıkan tek söz elinize sağlık saolun demek oldu, dolu gözlerle.
7 Kasım 2008 Cuma
amare
bizim fantasy liginde herkesin sevdiği adamları vardır. ben de yıllardır artest manyağıyla, jermaine sakatını takımımdan eksik etmediğim için hep hüsrana uğradım.
sevdikleri adamlar ile başarıya ulaşanlar ise o adamlara ayrı bir sevgi beslerler.(bkz: yazıcı-billups kardeşliği, yelkenbiçer-we believe ruhu, cem-paul pierce gibi)
bu sene tepeye oynarsam benimki nasıl bi isim alır bilmem ama amare'nin büyük payı olacağı kesin. özellikle ilk fotodan benim gibi soğuğu ne kadar sevdiği ortada:))
5 Kasım 2008 Çarşamba
kill bill 2
herhangi bir sinema filmi icin bu ulkede gordugunuz reklamlari hatirlayin, ben cevap vereyim. aklinizda yer etmis olanlardan en yaraticisi otobus arkasinda gordugunuz superback'lerdir.
peki bunun gibi sira disi bir uygulama filme olan ilgiyi arttirir mi?
en azindan otto'nun kalabaligi yerine cuma gecesi 12 seansini hakederdi zamaninda...
4 Kasım 2008 Salı
phillip toledano
iki hafta önce yazacaktım, o sırada bigumigu bigulamış zaten kendilerini:)
bu adam son iki aydır fotografa merak salmamı sağlayan o muteşem fotoları çeken adam.
kendi adını taşıyan sitesinden isteyenler bilgi edinebilir.
olay en son çalışması olan dayswithmyfather.com'dan ibaret.
annesini kaybediyor, o da babasının o dönemki halini fotograflarla anlatıyor... pardon yanlış yazdım, anlatmıyor size de yaşatıyor...
kendisinin de şöyle bir cümlesi var;
"I wanted each shot to be part of a story. As though you'd pick up the phone and caught the middle of a conversation"
yemişim bienal'i, contemporary'i...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)