evrim, tüm canlıların kökenlerini kendilerinden önce yaşamışlara indirgemişken, adaptasyon da doğal seleksiyonda başarılı olmuş organizmayı evrimsel olarak kılmışken, sular ve -sel’ler arasında kendimi bulmaya çalışıyorum hayatımın bu zaman diliminde. hem evrime hem de etrafında dolanan onca gerçeğe ve yalana debisi yüksek bir akış hızıyla karşı koymak zor olabiliyor kimi zaman. karşı koymanın verdiği kudret de adam olanı hem şenlendirirken hem de şahlandırıyor. minimumla, maddi ve manevi anlamda minimumla, kendime yetebilmenin zevkini de şahlanırken topuklarına sıkılan bir AT kıvamında yaşıyorum kimi zaman.
geldiğimden beri zamanı bir kenara bıraktım. yer de zaman ile yeksan. bu yüzdendir kopmaya yüz tutmuş ilişkilerimde insanın gerçekliğine odaklanmam. eğer insanlar gerçekse, ne zaman ne de yer mesafe yaratmaz ilişkilerde. evrimle adaptasyon arasındaki çizgi de insanların kendilerini ne kadar evirecekleri ya da ne kadar adapte olacakları arasındaki ince çizgidedir belki de. delilik ile dahilik arasında diye yediler bizi senelerce. yarrak öyle.
bugün normal bir perşembe değildi. şubat londrasına doğan güneşin elinden geleni ardına koymadan ısıttığı bir güne süzülen gözyaşları ve yalnızlık vardı kimi anlarda. gerçi bunlar hep var. huysuz ve tatlı anlar.
bu şehrin bir eşiği olduğunu hissettim hep. uzak gelen ama hissedilebilirse eğer, aşılabilirse o eşik her şeyin daha kolay olacağına inanıyordum. bir seneye yaklaşan londra maceramda dilimin döndüğü kadarıyla insanlara da bunu anlattım ve çoğuyla hemfikir olduk.
yukarıdaki fotoyu çektiğimde Shoreditch High Street'e doğru dönmeden önceki ışıkların kırmızısında bisikletin üstündeydim. soğuk havaya ve esen rüzgara rağmen içime sıcak bir şey girdi o anda. bereden açık kalan kulaklarımdan, burnumdan, gözlerimden, pantolonumun paçalarından, kazağımın kollarından ve hatta ensemden. kan dolaşımım değişti. yolun kalanında kollarımı iki yana açarak pedal çevirmeye devam ettim. bisikletin direksiyonunu evin sokağına dönene kadar hiç tutmadım. on dakikaya yakın bir süre öyle sürdüm bisikleti. işte tam o anda ilk kez o eşiği hissettim. E.T gibi aya doğru devam edeceğimi bile sandım bir an olsun. o çocukluktan bahsediyorum. o saflıktan, en safından, mutlak gerçekliğin getirdiği, iliklerine kadar kendini hissettiğin, bırak arkana bakmayı ellerini kullanmadığın bir yol bulma biçiminden bahsediyorum.
you know what i mean?
1 yorum:
sure do
Yorum Gönder