Marianne Faithfull'un son albümü Give My Love to London'da yer alan ve en sevdiği Mother Wolf şarkısına dair yorumu.
The subject matter here is different; the song focuses on doomed romance instead of drugs. Then again, in Faithfull’s case, those two things haven’t always been separate. “Mother Wolf” is older, wiser, and unashamed of its scars, but it’s also a life-and-death ballad that rings as timelessly—and howls as raggedly—as anything she’s ever done.
Marianne Faithfull – Mother Wolf
24 Ekim 2014 Cuma
14 Ekim 2014 Salı
başlığı sen koy.
iki aydır beynimin bir yarısını yok etmekle uğraşıyorum. Ev
artık ev değil. ne buzdolabında ne kadar kaşar kaldığını biliyorum ne de
eminönü’de turşu ve salça almaya gitmek geliyor içimden. Geçen şampuan bitmiş
duşa girince fark ettim. Televizyon hep açık, yarım saatte bir tjk tv
hatırlatıyor zamanın nasıl bir yarış içerisinde olduğunu. Oysa bizim evde atlar
starting boxta kaldı ve zaman iki ay öncesinde durdu.
Sigara sarmayı özledim. Çünkü kendisi sigara içmeyi çok
sevdiği için ve hayatta çok sevdiği birkaç şeyde gözü hiçbir şey görmediği için
bütün sigaraları o sarıyor. İki ayda beş bin sigara sarmış olabilir.
Bütün bu durağan eylemlerin yanında evde az ama öz yapılan telaşlı eylemler de var. Mesela yemekten sonra sofra toparlanırken – sofra dediğim zaten ikişer tane tabak, çatal ve bardaktan oluşuyor – her şeyi üst üste koyma eylemi çok telaşlı bir işe dönüşebiliyor. Aynı telaş ve azim çöp torbasının ağzına sekiz kere düğüm atarken de var.
Aslında detayda bu kadar güzel batan
her şeyin bir de sevilebilen yanı vardı düne kadar. Tjk tv’nin sesine
alışmıştım, ilk aydan kalma yayların götümdeki izleri geçmişti, sigara sarmasam
da olurdu. Ama işte bu sabrın da mermer yerine taştan olmasının bir sebebi var.
Dün akşam da tam bu bir yani batarken diğer yanı da gülümsemek
isteyen ama artık çok battığı için kanatan hissedişi tekrar yaşadım. Seneler
öncesinden kalma bir hissedişti bu ve emekler gibi kendi içimde o duygunun
sonuna ulaşmaya çalıştım. Yine seneler öncesinden başka bir pazardan kalma bu
hissediş, hayatım boyunca kaçtığım, hayatımı tam karşısında kurmaya çalıştığım
ne varsa hepsini bana ilmik ilmik hissettiriyor ve geçirdiğim onbeş senede
aslında bir adım ilerleyemediğim gerçeğini ben reddetsem de altın tepside ana
yemek olarak sunuyordu.
Çok zor böyle yaşanması.
Zaten yaşanmıyor da amına koyayım.
Ben artık hayat şartlarının aklı başında bir insanın tek
başına kotarabileceği basitlikte olduğunu düşünmüyorum. Mesela kendimden örnek
verirsem ben hepsini bir arada götüremiyorum. İşi, evi, sevgiliyi, arkadaşı, dostu,
istanbul’u, valideyi, pederi, altay’ı, parayı bir arada götüremiyorum. Bırak
hepsini bir arada götürmeyi yarısını diğer yarısının ne yanına ne de karşısına
bile koyamıyorum. Zaten tek başınalığın altını biraz da dolduran bunlar.
bunları bir arada götürmeye çalışırken o kadar dağıtıyorsun ki etrafını sonunda
yine tek başına kalıyorsun. İster tüme var, ister tümden gel, o “tek başına”
orada seni bekliyor. Gel diyor, yine başbaşa kaldık. Hasiktir lan artık
hayatımdan diye tepiniyorsun ama nafile. Bugüne dek kaçtığın her şey ve bugüne
dek hayalini kurduğun her şey yin yang gibi karşında - yin yang olmasa bile
siyahla beyaz kadar zıt ve iç içe işte, altay gibi - Kabul etmesen de o orada.
Kimi zaman senden otuz iki yaş büyük, kimi zaman senden üç yaş küçük, kimi
zaman senden farklı cins, senden farklı renk. Kimi zaman da aynada. Bütün
gerçekleri ve yalanlarıyla.
En sonunda kabul ediyorsun. Gel lan tamam diyorsun. Zaten o
sırada çoktan kaybedenler hanesine adını altın harflerle yazdırıyorsun. Kafa
masa, bir şişe içki de içinde. İç, iç düşün. Müptezel oluyorsun. Her akşam aynı
yere gidiyorsun. Aklını, vaktini, elindekini, avcundakini ve en kötüsü kendini
veriyorsun.
30.09 - asmalı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)