yirmi sekizimi bitirmeme bir aydan kısa süre kala, cv'mdeki iki zonanın yanına bir tane de tükenmişlik sendromu (burnout sendromu daha karizma durabilir) ekledim. gururluyum.
doktorun söylediğine göre hayatımdaki herşeyi değiştirmem gerekiyor. en başında işimi ve canımı sıkan önceliklerimi. benim ağzımda durmuyor kelimeler. dilim ensest, zehrim öldürücü. senin hipokrat yeminine sokayım dedim doktora. doktorların da her kurumsal meslekte olduğu gibi ruhlarının diplomaya satıldığına inanırım. çıktım gittim. bonibonun içinde bile o kadar renk yokken benim torbamda şu anda sekiz farklı renkte ilacım olması gerekiyor. olması gerekiyor çünkü sekizini de alacak param yoktu. ilaçlar kafamda bonibon gibi yer etsin diye dört rengini aldım sadece. zaten iki ilacın da renginde duplikasyon vardı. bonibon gibi avuç avuç yersem sıkıntı olabilir ama yemekle de pek aram yok.
üç gündür evde sessiz kalarak birbirimizi ne kadar kırabiliriz adlı oyunu oynuyoruz kaptanla. ben bir buçukluk plastik madran şişesini oynuyorum o ise eski beş litrelik cam şişe şaşal rolünde, doksanlarda işaret parmağını takıp da eve götürdüklerimizden. ben darbeyle karşılaştığımda yerden sekiyorum ve küçük sıyrıklarla fiziksel zararlar görüp, kendi kendime doğrulabiliyorum. şaşalı devirmek ise zor oluyor, yerinde ağırlığı var ama kırılırsa her yer un ufak cam kırıklarıyla dolacak. cam kırıkları, pet şişeyi de kesebiir elbette bu parçalanmadan sonra. taş, kağıt, makas hesabı.
burnout için ekşi'de şöyle diyor: "hayatı çekilmez olarak görme,tükenme belirtisi olarak tanımlanmaktadır.belirtileri uykusuzluk,canlılığını kaybetme,baş ağrısı,göğüs agrıları,ani öfke,sürekli kızgınlık,yalnızlık duygusu,çaresizlilk." hiç alakası yok benim hissettiklerimle. daha iki hafta önce nasıl da gülüyorduk.
kurt ise intihar mektubunda şöyle demiş, kemalito söyledi: "it's better to burn out than to fade away".
çok susadım.
12 Ocak 2012 Perşembe
saat 3
koşma yorulduysan,anaforda boğulduysan
sen de korkuyorsan yalnızlıktan
bilme istemiyorsan,bir an bile gülmüyorsan
sen de sıkıldıysan yalanlarımızdan
6 Ocak 2012 Cuma
5 Ocak 2012 Perşembe
3 Ocak 2012 Salı
Camden Town denilen bir boşluk
yürüdüm. bütün yolu. herkesi duyacak, hiç birşeyi anlamayacak kadar.
duyu organlarımla iletişime geçen tüm varlıklar ve yokluklar, aklımdaki urlarla bugüne kadar daha karlı çıkmadığım bir takas şekliyle yer değiştiriyordu. ben bunu bir çocuğun çizgi filme kilitlendiği gibi izliyordum ve eş zamanlı olarak bu görsel şölen sayesinde bir ergen gibi orgazm oluyordum.
haritada oldugum yeri bulduktan sonra gideceğim yerin ölçek dışında kalması handikaptan ziyade mutluluktu. camden'a gidilip gerçek yoklukla tanışacaktım. döndükten sonrada okudugum bir kitapda camden town için "camden town denilen deliler semtinin arka sokaklarının kesiştigi ücra bir köşede bir pub vardı" diyordu ve ben o barda olmasa da yakınlarında oldugunu hissettiğim bir dükkanda güney amerikalı abla, kardeşle poster sattıkları dükkanlarını kapatıp; kendimizi umut dolu şişelere vurup, özgürlük dolu nefeslerimizle, ayrı yarım kürelerden baktığımız dünyalarımızı birbirimize anlatıyorduk. herşey, neresinden baktığına bağlı.
camden market labirentinde kendimi kaybederken, aklım kimi zaman çocukluğuma gidiyordu, kimi zaman bugüne dönüyordu ama en çok da unuttuğum hayal kurma yeteneğimi bana geri veriyordu. kimi zaman birinin küpesinde, kimi zaman diğerinin dövmelerinde, kulağıma takılan her sert aksanda, gördüğüm tshirt'lerde, insanların kendisini ifade ettiği ne varsa orada hayal kuruyordum. kendi gerçeklerim hayallerimin üstüne beton döktüğü için ben de tanımadığım insanların gerçekliğinden yeni hayaller yaratabiliyordum ve bunu keşfedebilmek bile beni en azından gittiği yere kadar yeşertecekti.
yürüdükçe açılıyordum, gördükçe bakasım geliyordu. kendimi altı yaşında, ilk okula başlamış gibi hissediyordum. o gün de etrafımdaki herkes bir koşuşturma içerisindeyken ben yepyeni bir hayata başlamanın heyecanı içerisindeydim. belki de evden ilk kez uzaklaşacak olmanın verdiği keyif akıyordu damarlarımdan da ben farkında değildim. o zamanlar tek bir tarafından bakabiliyordum hayata sadece. hayata dair vakit geçirdiğim tek güzergahım okul ile ev arasındaydı ve işin kötü yanı her zaman o yol üstünde elimi tutan, benden yaşça büyük birisi vardı. bu kez ise kimse yoktu yanımda ve ben bitmeyecek bu yolun sonunda gerçekten evime gidip, uzandığım koltukta kendimi o hep hayalini kurduğum varlıkla yokluk arasındaki boşluğa bırakabilecek yakınlıkta hissediyordum.
son bir sigara daha yaktım, sonrasında yanıma bir evsizin oturduğu bankta.
bir tane de ona verdim.
sonra hiç birşey söylemeden ikimiz de karanlığın ayrı yönlerine doğru kaybolduk. herşey bazen yolun neresinden gittiğine bağlı olarak da değişebiliyordu.
2 Ocak 2012 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)