29 Ocak 2011 Cumartesi

Çizgi Cumhuriyeti

Ayaklarım, ipod'un ritminden daha hızlı hareket etti. Banka hesabımın erime hızına eş bir şekilde. Severim perşembeleri. Ruhu vardır.

"Çantamı bırakıp iniyorum, taburemi hazırla sen" dedim. Aç parantezi, arasını yazalım bu gece, sonra kapatırız nasılsa.

Hava soğuk, birayı elimde tutunca hissedilen hava sıcaklığı on derece daha soğuyor. Tabure rahatsız. Gözlerin altı mor, içi yeşil. Feri soluk, niyeti kayıp, yastayız.

Bir bira daha.
Kıpırtılar. Gözlerim bozuluyor, tam seçemiyorum olanları. Çaba da sarfetmiyorum. Çabalamak yok. Gelenler var. Sevindiren denk gelmeler. Perşembeye bir kez daha saygım perçinleniyor.

- Sen bu taburede mi oturuyorsun şimdi?
- Yok ben bu sokakta oturuyorum.
- Yalancısın sen.
- Yalancıyımdır biraz ama bana inan. sarhoşken hep çok sahiciyim.
Diyemeden gidiyorlar.

11 yıldır her gün yeniden birbirlerine aşık olduklarına inandıgım çiftin evlilik kararını ıslatıyoruz. Bugüne kadarki en etkili cümlemi kuruyorum. "Benim 11 yıllık arkadaşım bile yok". Bizim aile dostumuz da olmadı hiçbir zaman zaten.

Mendilci çocuğu kesiyor gözüm. Normalde hiçbirini sevmem. Mendilcisi, çalgıcısı hepsinin üstünden rant kazanan vardır. Irkçıyımdır bu konuda. Rant sahibi yüzünden buna fırsat vereni bitiririm gözümde.

Tostoparlak bir surat. Çizgi gözler. Yanağında gamzeleri. Cebimdeki son bozuklukları da ona verdim. Benim ertesi gün servise nasıl gidecegimin çok önemli yok. Isındım o çocuğa. Onbeş dakika sonra dünya yanacakmış gibi yaşadığım için kaybediyorum ya zaten. Boşver.



- Adın ne senin ufaklık?
- Musap.
- Ne?
- Musap. Hani ekmek musap çarpsın derler ya, ekmek kuran çarpsın gibi oyle işte.
- Ne demek Musap?
- Ya ekmek ya da kuran demek.

Gülüyoruz verdigi cevaba. Daha da büyüyor musap'ın gözümdeki yeri. Adının anlamını merak etmeyecek kadar boşvermiş dünyaya. Yüzünde hala o aynı gülümseme. Çizgi cumhuriyeti.

Yaş, memleket, okumak, yazmak konularını geçince ertesi günün karne günü oldugundan bahsediyorum. Derslerin nasıl diyorum, cevap vermeden önce düşünüyor. Üç kırığı var. Matematik, ingilizce, türkçe.

- What's your name?
- Abi o kadar da degil. My name is Musap.

Yine güldürüyor beni. Ben o yaşlarda sadece ingilizce kelimeler bilirdim, fiilleri çekemediğimden cümle kuramazdım. 11 sene türkiyede yaşayan gordon milne gibiydim o zamanlar. "Rakip iyi, üç gol üç puan". Annemle vapurda, çarşıda, misafirliğe giderken kelime oyunu oynardık. O ingilizcesini söylerdi, ben türkçesini cevap verirdim. Kimi zaman da tam tersi. En sevdiğim kelime umbrellaydı. Sanırım kelimenin köklerinde erkek çocuğunun fırlamalığına ışık tutan kaynaktı umbrella'ya olan ilgimin nedeni. O zamanlar bilmiyordum bu umbrella'nın götüme girip, açılmayacağını.

Çalıştırırım seni istersen diyorum mardinli Musap'a. Olmaz diyor, biraz zorluyorum. Babam kızar abi diyor. Hasiktir lan diyorum içimden. İçim acıyor. Babanla konuşurum istersen şovmenliğini yapıyorum. Keşke babasıyla konuşabilsem. Dolapdere çocuğu bunlar, medreruno önem vermişti bunlara bir ara.

Ayaküstü beş dakika daha konuşuyoruz. Hiç gitmesin istiyorum musap.
- Sen nasıl okula gidebiliyorsun diyorum geceleri mendil satarken yorulmuyor musun?
Benim yaşam enerjimi emdi bu masa başı işler. Önce elindeki 18 lirayı sayıyor, sonra bunu 60'tan çıkartıp "daha 42 lira toplamam lazım ogan abi" diyor. Matematigi iyi aslında. Babası kota koymuş, 60 lira toplamadan eve gelme diye. Gözüm etrafta dolanıyor bize bakan, mardinliye benzeyen bir baba görsem ağzını burnunu kırmaya koşacağım.

Biraz daha laflıyoruz Musap'la. Sonra koluma doğru dokunup "abi ben seni daha fazla tutmayayım" diyor. Tamam aslanım diyorum, ben buralardayım kime sorsan gösterir. Bir ihtiyacın olursa gel buralara. Tamam Ogan abi diyor çizgi cumhuriyetinin kralı en samimi haliyle. Karışıyor karanlığa, soğuğa. Soğuk Musap'a karışıyor, Musap üşüyor. Ben de üşüyorum be reyiz.

Sonra ben ısınıyorum. Isınırken titriyorum bir yandan da.

Hiç yorum yok: