27 Mayıs 2012 Pazar

Hector, the first of the gang to die

Written after moving to LA 1firts of the gang to die" was Morrissey's joyful requiem to a local young Latino criminal whose wayward lifestyle led him inevitably to an early grave. "Hector" may be a scarce name in Britian - synonymous with Scottish gentry and upper classes - but commonplace in Mexican communities. As a case in point, Hector "Weasel" Marroquin was the notorious leader of LA's 18th Street Latino gang before trying to reform by founding an anti-gang violence organization called "No Guns". Marroquin was later re-arrested in 2006 for - absurdly enough - possession of an illegal firearm. Even so, there's something tangibly perverse about any pop song that dares to christen its hero "Hector", an audacious joke magnified by its supreme popularity in Morrissey's repertoire a, to date, the track he's sung in concert more than any other since first introducing in August 2002, nearly two years before its official release.

In the song, "Hector" himself is but a vehicle - Morrissey's Hitchcockian MacGuffin if you like - to contrast the extremities of life and death within a romantic world view where love is reserved of watching sunrise behind a care home for the blind. Fitting neatly into his existing canon of crime songs such as "the last of the famous international playboys", it also provided him with a chance to wallow in his own gang fantasies of life among the "pretty pretty thieves". If anything "first of the gang to die" is Morrissey's most shameless glamorisation of villainy, smitten by the memory of the lost lad who "stole our hearts away".

The song's mass appeal owes a great, great deal to Whyte's languid but loveable rosy-cheeked guitar riff, its milkman-friendly melody anchoring a lyric which otherwise lacks any obvious anthemic qualities, certainly paling in significance beside, the human gravitas of, say, "there is a light". 

Yet if it seems outrageous that several thousand people at a time bounce up and down at Morrissey gigs in beery chants "Hector was the...", then perhaps that's the whole point. Its victory of preposterous pop spirit over rational common sense is reason enough.

Mozipedia
Page 130
"First Of The Gang To Die"

25 Mayıs 2012 Cuma

babam, ben ve altay

sene 97, agustos'un onu. babam 12 numaralı 73 yılından kalan altay formasını sırtına geçirmiş, bana da kestelli'den çubuklu forma almış, elimden tutuyor "hadi artık zamanı geldi" diyor. albatros'ta yeri hazır. aziz peder'e, rahmetli phantom ömür'e, yaşa mehmet'e rakı doluyor bana da rakı bardağında bira. yaşım onüç ve o an farketmiyorum yıllar boyu peşinden koşacağım sevgilimle tanışacağımı. maça başlarken giriyoruz.

o sene altay iddialı. trabzon'dan lemi'yi almışız, romen ekolüne kapılıp üç transfer yapmışız, alaçayır daha genç yetenek sağdan bindiriyor. o zamanlar alsancak stadında balkon tribün de altaya verilirdi diye hodri meydan açığın sol tarafında. dakika atmışta başımıza taş yağıyor. en güzel aşk can yakanmış, daha onüç yaşında anlıyorum.

seneler geçiyor, ben istanbul'a yerleşiyorum. altay maçının olduğu günlerde hayatın "pause" tuşuna basıyorum, sonra aldığımız sonuca göre hayatıma devam ediyorum. istanbul'daki ilk senemde küme düşüyoruz. maç şaibeli. şimdi "kocaman" duruşu olan bir adam o zamanlar 500 milyarı cebe indiriyor, adamlarıyla paylaşıyor ama yıllar sonra aynı dertten müzdarip olduğu iddiasıyla medyanın karşısına geçiyor. özetle istanbul'a kötü bir başlangıç yapıyorum, yıkılıyorum.

aradan geçen yıllarda umutla deplasmanlara gittik. üstüne ankara'da, istanbul'da hüsranlar yaşadık. her final öncesinde babamla telefonla konuştuk. hayat boyu bana umut veren adam olduğu için, her maça girmeden önce "bu sene sizin seneniz, biz bu takımın güzel günlerini çok gördük, sıra sizde" diyordu. ben onu iki saat sonra aradığımda ise telefonun diğer ucundan gözyaşıma gözyaşı katıyordu.

geçen sene şöyle bir geriye dönüp baktım. siyahla beyazın üstüne, bir çubuklu formadan fazlasını yüklemişim. renkleriyle, deseniyle, amblemiyle, yıllar önce basına yansıyan soyunma odasında coşkuyla duymaya alışılan marşıyla iki rengin arasına bir hayatı gizlemişim. adıyla bir semti olmayıp, alsancak'ta büyüyen altay'ım, değişen tüm hayat gerçeklerine ragmen merkezde tuttuğum tek gerçek haline gelmişti. gerçek o kadar gerçektiki bir sabah kendimi gazetelerin manşetinde görüyordum eskiden altay başkanı olan federasyon başkanının çocuklarını kaçırmakla tehdit ettiğim için. oysa tek istediğim adil düzene dair bir hakem ve temiz kalplilikle; altay'ımı, ligde kalıyor olmasına ragmen kazanırken görmekti. yapamadım, sinirime yenik düştüm. yanlış iki kelimeyle kendimi devletin en büyük mercisine karşı altay'ı savunurken buldum. ama siyahımızda asilik, beyazımızda asalet vardı ve liverpool tribünlerinde yazdığı gibi de adilik gerektiğinde asil bir duygu olabiliyordu.

geçen pazar küçükçekmece'nin tepecik semtindeydik çünkü artık üçüncü ligteydik ve semt takımlarıyla oynuyorduk.iki hafta önce beraber bozüyük'e gittiğim babamı gaza getirmeye çalıştım maça gelmesi için, oralı bile olmadı. bozüyük'te gördüğü çubuklu forma ona yetmişti ve "artık ben o formayı bir daha öyle göremem" diyordu. bu arada babam artık benimle yaşıyor ve hayatta paylaştığımız en büyük gerçeklik altay.

pazar günü tepecik'te, halı sahada altay forması giyen onbir kişi izliyorduk. yönetimin amatörlüğüne, divan kurulunun rant kavgalarına, teknik heyetin beceriksizliğine, futbolcuların ruhsuzluğuna aldırmayan yaklaşık otuz sevdalı, kendi imkanlarıyla oradaydı. murat abi'ye, semih abi'ye, deniz kardeşime, meriç kardeşime, turan'a baktım hepimiz aynıydık. herkesin hayatı başkaydı ama o doksan dakika boyunca hepimiz aynı sevgiliye aşıktık.

ilk golü attık, verilmedi. sonra fatih egedik tüm bu yazdıklarımı yoksayarcasına bizi reddetti, sonra ilk golü ardından da ikinci golü yedik. altay gözlerimizin önünde eriyordu ve biz sevdalılar ancak seyirci olarak kalabiliyorduk sahadakilere. son düdükten sonra iki güftelik küfür ettik çubukluyu giyenlere. onlar çubuklu giyiyordu sadece çünkü o giydikleri altay forması değildi. ertesi gün herkes alacağının peşinde koşacaktı ve gelecek sene hangi takıma imza atacakları zaten belliydi.

bizim sadece seneye hangi ligte olacağımız belliydi. az önce saydığım isimler orada olur mu bilemem ama ben artık olmayacağım. eve döndüm. çubuklu formamın, büyük altay pankartımızın, store'dan aldığım herşeyin üstüne gazı döküp yaktım. yakarken de onüç yaşımdan itibaren yaşadığım her maçı tek bir film şeridinde gözlerimin önüne serdim. herşey kül dolu. kuzenim altay'ın telefonlarını açamadım iki gün boyunca, ona bunları anlatamazdım anca bu yazıyı okuyunca farkına varır. ben altay'ı seviyordum, sevdiğime tecavüz ettiler gözlerimin önünde seneler boyunca. artık dayanamıyorum. şu da vasiyetim olsun benim tabutumu türk bayrağıyla değil altay bayrağıyla sarsınlar, cemaat de büyük altay diye bağırsın.

ben doğumgünümde bu pastaya mum üflemiş adamdım.
saygılarım ve affım ricasıyla.