24 Haziran 2010 Perşembe

.... adı yok

ve herşey böyle başlamıştı...

Maçkadaki tek oda ve salonda ibaret evime döndüğümde saat dörtbuçuktu. Hava pusluydu. Şehir de yeterince sessizdi. Tam ayrılıklara yakışır bir havaydı. 2003'ün ekimi günlerden ise perşembeydi. O anda yanımda olup benimle aynı kadehi paylaşmak isteyen dostlarımı yanımda görebilirdim belki ama zaten istediğim bu olmadığından gelen aramaların hiçbirine cevap vermemiştim. Teybe bir cd koyup derdimi en sakin şekilde paylaşabileceğim hacmi küçük alkol oranı yüksek bir şişe viski açıp derinliklere dalmaya karar verdim. İçkinin köpeği olmaya karar vermiştim. Sahibimin alkol dolu bir şişe olup en sadık halimle onun yanı başından ayrılmayıp ona köpeklik yaptığım anlar belkide o aralar gençliğimden en zevk aldığım anlardı. Artık yalnızlığımı iyice salmış, İstanbul'un beni magmaya kadar çekmesini beklemekten başka bir his yada hayal beslemiyordum geleceğe doğru. Ne kartındaki fotografımın altında adımın yazılı olduğu üniversiteye bağlıydım, ne yaşadığım istanbula, ne doğduğum izmire,ne dostlarıma, ne de dünyanın dört yanına dağılmış aileme bağlılık duyuyordum. Yirmibir yıl boyunca baltanın sapının bile neresi olduğunu öğrenemeden, sadece içkiye bağlılık duyabilir hale gelmiştim cebimin sıfırlara doyduğu günlerde...

14 Haziran 2010 Pazartesi

huzur isyandadir


cihangir'de merdivenlerin altindaki park burasi.

13 Haziran 2010 Pazar

shame is the name

guzel sarkidir. kimi zaman utanmayi bilmek gerekir. sarkinin girisinde arkada bir sample var. bayilirim o kismina, sonunda hikayesini buldum. ileride cok param olursa ameliyat olup, guney londra aksani ile konusarak hayatima devam etmek istiyorum.

the sample at the beginning of the song is in French: "Salaud Mauricet, dégueulasse, tes jours sont comptés Mauricet... Il va t'arriver du mouron Mauricet!", which roughly translates to "Bastard Mauricet, disgusting, your days are numbered Mauricet... something fatal will happen to you Mauricet!". The 't' at the end of 'Mauricet' is silent and therefore the name sounds like 'Morrissey' to the English ear. The sample was lifted from the 1959 film "Les 400 coups" ("The 400 Blows").

shame is the name by morrissey - fizy

sevgiler saygilar #2

ne?
kim?
ne zaman?
nerede?
nasil?
neden?

ne? dogdum.
kim? ben.
ne zaman? 04.02.1984.
diger sorularin cevabini henuz ben de bulamadim. aramiyorum da zaten.

arayip bulsaydim da asagidaki kareleri yasadigim gun tum cevaplarin yanlis oldugunu anlardim. bir mucizenin izdusumu bu. dusup paramparca olup, izleri takip edip bir butunu olusturma cabasi. eksik parcasina ragmen yine de bir butun olabilme yetisi.

esasa gelelim. yine de gulunebiliyor hayatta!!



onceki gece izmir'e olan hasretimizi sabahin ilk saatlerine kadar sokaklarda bira icip, tuzlu cigdemle gecirdigimiz icin uyku katsayimizla gozlerin capi dogru orantili ama soldan saga berk, kanka ve peja. berk'in tarihi eskilere dayanmiyor ama cabuk yol aldi, bir masanin hatrina oradaydi. faik ve onur hakkinda hangi hikayeyi anlatabilirim bilmiyorum. sadece yanimdalardi demem yeterlidir. saskinligin ardinda kalan kisimlar anca beraber sondurulen gecelerde kelimelere dokulebilmisti geride kalan yillarda. cogu zaman felegin cemberine kufru basiyorduk, dilimizin donemedigi kisimlarda da cocuksu gozyaslarimiz birbirine karisip, hayat denizine dokuluyordu. zamanla icimizdeki herseyi kuruyacagin farkinda degildik o zamanlar. oyle olacagini bilsek daha cok gozyasi dokmek isterdik sanirim.

berk'in gorevi davetiyeleri (evlilik fermani) dagitmakti. faik yasinin, pardon cussesinin geregince ortaligi toparlayan amcaydi. onur da deftere sahit olarak imza atiyordu.



nikahtan sonra bostanli'ya gittik. oturdugumuz yerde alkol olmamasi masadaki tum erkekleri uzdu dogal olarak. cok icerek taclandirmaliydik o saatleri. altyapimiz bunu gerektiriyordu ya da temeldeki eksikliklerden dogan bosluklarin harcini alkolle karip, doldurmaya inanmistik. eve donunce arayi kapattik o ayri, hepimiz mutluyduk. cok derin konusmalar gecmedi ama herkesin gozlerinin ici guluyordu. kaldiki masadaki kadinlarin hepsi talihsiz evlilikler gecirmisti. nankorluk etmeyeyim. evlilikler guzeldi ama talihsizlikle sonuclanmisti. hangisine sorsan, tekrar geriye donmek isterdi. onlar da karsilarinda sergilenen tablonun saskinligi icerisindeydi. hangimiz degildik ki?

fonda sezen'den bir sarki calmaya basladi. kendi akranlarimda bile asagidaki gibi bir mutluluk gormedim.

başımı omzuna yaslamaya
hayata yeniden başlamaya
bağında, bahçende, pınarlarında
içimi yıkamaya geliyorum




aslinda sadece fotolari koyacaktim. onlara baktikca yazasim geldi.

9 Haziran 2010 Çarşamba

hepsi bu kadar




Eve dogru yürüyorum. Tepebaşı’nda indim sarı taksiden, odakule’den isiklal’e çıkıp yolumu uzatmak istedim. Bile bile yaptım. İnsan göreyim, temiz hava alayım, biraz daha yolum uzasın istedim. Ada’dan gelen monica molina’nın romantik sesine kapıldım gece gece, hata yaptığımın farkındaydım. Köşeyi dönmeden önce lisede ne kadar sevmediğim lavuk varsa hepsinin oynadığı frp kartlarından fırlamış bir herif gördüm karşıdan gelen, sibirya kurdu köpeğiyle birlikte. Beyoğlu’nu bu yüzden çok seviyorum, otuz saniye içerisinde beni sallayıp, psikolojimde şoklar yaratabiliyor diye geçirdim içimden, evet manyağın tekiyim. Kahramanla aramızda beş metre ya kaldı ya kalmadı, önce elindeki asamsı sopayı fark ettim, tekrar dibe doğru saplanıyordum, doğruydu tüm gördüklerim. Saçları uzundu ama yakışıklıydı ve adamın gözleri kapalıydı, yüzünde kendinden emin bir ifade vardı. Köpeğini takip ediyordu çünkü sopasını kendi türünden olanlar gibi iki adım sonrasını fark etmek için kullanmıyordu. Köpeği o görevi layığıyla yerine getiriyordu. Nasıl yüce bir ilişki dedim. Birbirlerini görmüyorlar, anlamlı ortak tek bir kelime bile telafuz edemiyorlar ama birbirlerine inanıyorlar. Kör adam köpeğinin ona, doğru yolu göstereceğine, köpek de adamın onu asla yarı yolda bırakmayacağına inanıyor. Köpek belki de o adamla birlikte olduğu süre boyunca hiç havlamamıştır diye düşündüm. O da olurdu.

Aklımda o kare ile anahtarı deliğe soktum ve kapıyı açtım. Soyundum, bir sigara yakıp evi turladım. Salondaki çekyat hala açık ve salonun ortasındaydı, sehpa sağda, günlerdir okuduğum kitaplar, dergiler ortaya saçılmış halde durmaya devam ediyorlardı. Kimisinin son sayfaları beni bekliyordu, kimilerinin kapağı dahi açılmamıştı. Çocuksu bir dürtüyle hepsinin son sayfasını aynı anda okumanın hayalin kuruyordum. Defterle kalem de aynı yerdeydi, dün akşam yazdığım notlara baktım, gerçekten çok içtiğimin farkına vardım. Soluklanıp mutfağa doğru yöneldim. Bankonun üzerinde pazar sabahı yıkanan, cumartesi gecesinin bulaşıklarını gördüm. Derin bir nefes çektim. Hep bankonun üstünde kalsınlar istedim. Hiçbirini rafa dizecek takatımın olmadığını hissettim duygusal olarak. Zamanında gazeteden, büyük bir hevesle otuz dokuz kupon karşılığında alınan o gece mavisi arcopallerin her biri tonlarca ağır geldi gözümde. Hele o gece köftelerin piştiği yayvan tava. Tavanın teflon kısmı mı yoksa ben mi daha karayım diye düşündüm. Bir sigara daha yaktım, salona dönüp ipodu bağladım. Ortacgil’den yağmur’u bulup, play’e basıp, mutfağa geri döndüm. Dünya rekoruna hazırlanan bir halterci gibi hissediyordum kendimi. Tek farkım yetmiş milyonun arkamda değil de sanki karşımdaymış ve o arcopallerin ucundan tutacaklarmış gibi hissetmemdi. İlki elimden düştü kırıldı arcopallerin. ikinci denememde firesiz, bardaklar dahil hepsini kaldırdım olması gereken yerlere.

Salona dönüp bir sigara daha yaktım, kör adamı ve köpeğini düşündüm. Karşılarına geçtim, seni de yanıma aldım. Biz aynı dili konuşuyoruz ve birbirimizi görebiliyoruz dedim. Önce köpek havladı. Yutkundum. Hepsi gerçekti. İnsanoğlunun nankörlüğüyle, elinde olanın farkına varamamak üzerine bir hikaye anlattı kör adam bana. Dinledim sadece. Ne diyor diye düşünmedim bile. Merak etmediğimden değil, cevap vermeye gücüm olmadığı için. Konuşmama hakkımı kullanmak istiyorum bir kez daha dedim, karşımda beş duyusundan biri hunharca elinden alınmış bir adama kendi duyularımı inkar etme küstahlığını gösterme cüretini haklı biçimde kendimde bularak. Kalktılar, anlaşamıyoruz dediler. Evet anlaşamıyorduk ve asla anlaşamayacaktık da. Sen de onlarla birlikte gittin. Ben de bilgisayarımı açıp maillerime bakıyorum şimdi. Uyumayacağım bu gece, sunum hazırlamam lazım

Hepsi bu kadar...

8 Haziran 2010 Salı

yagmur


İki ucu keskin bıçaktır bu işin.
Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.


Nazım Hikmet'ten Aşk Üstüne'den sadece birkaç cümle. aşk üstüne ne yazılabilirki, ben birşey yazamam onu biliyorum. bu sefer kendi ipimi çekerek, yazdıklarımın hepsinin bir raf ömrü oldugunu kabul ediyorum. iki gündür usul usul yağmur yağıyor istanbula. kavimler göçünden bu yana bekledigi sevinci yaşamış da ne varsa biriktirdigi, kusarmışçasına döküyor incilerini. en fazla iki gün sürer. çünkü o da bilmiyor yagmasını. benim de bilmedigim gibi...

bu da şarkısı olsun.
ortaçgil'in yagmurudur.

bugün yağmur bir kadın saçıdır yeryüzüne dökülen
upuzun, ince ince, karanlık, kokulu
sen ki aşkta aldatıldın
yüreğin taş parçası
dinle, yağmuru dinle, teselli bul türküsünden
her şey olur
her şey büyür
her şey geçer
hayat kalır

7 Haziran 2010 Pazartesi

World Cup 2010 South Africa

futbol izlemeyi biraktim artik ama dunya kupasini merak etmiyor degilim. bazi maclari ozellikle kacirmayacagim. ingiltere, arjantin ve ozellikle de kuzey kore'ye sempatim var turnuvada, sirplar da gizli favorim.

ingilizler bu sene inanmis durumda. rio'nun sakatligiyla carragher ilk 11'e yerlesir diye umuyorum ve bu da hosuma gidiyor. asagidaki reklam carlsberg'e ait. team talk soyunma odasinda basliyor sahaya cikana kadar devam ediyor. 56.saniyede dart okunun nereye sapnadigina dikkat edelim! gayet basarili.



robbie williams ve soccer aid postu da haftaici.

Pembe Hitler



Palermo menseli New Form Jeans'in gecenlerde "Change Your Style. Don't Follow Your Leader" slogani altinda kurdugu iletisimin KV'i yukaridaki. burada olsa delikanli turkler facebook'ta profile picture yapar miydi bunu, hic sanmam. delikanli adam pembe de giymez!

nba playoff finals 2010

artest'in bu sene yuzugu takip intihar edecegi geldi bir anda aklima asagidaki nba 2010 playoff finals reklamini izlerken. o yuzden bu gece her turlu izlerim maci. yillar oldu gece yarisi nba maci izlemeyeli. reklam da Goodby Silverstein & Partners ve Bricyard VFX'in ortak yapimi. detaylari asagida.




This is Brickyard's fourth straight year working with the NBA on their playoffs campaign. “Unity” juxtaposes footage of rivals Magic Johnson and Larry Bird, and uses interview clips with each player to emphasize the importance of team unity in achieving victory. Ultimately the seven spots are tied together through different spins on the NBA Playoffs’ “where amazing happens” tagline. DJ Steve Porter set the footage to various beats, mixing and looping dialogue to create the innovative rap-like flow of the spots.

das leben der anderen


kimi zaman kulaklarim hic duymasin istiyorum. istiklalde duydugum amator notalari, yanimdan gecen yabancinin hayatin zorlugunu paylastigi telefon konusmasini, iki sevgilinin kavgasinin siddetini, kimi zaman ipodumda calani bile. daha iyi bir dunya olabilir diyorum.

bir durusun yoksa insan da degilsindir


eylulde mavi bir gundu
korpe bir egik agacin altinda sessiz sardim onu
sessiz solgun askimi
kollarimda tatli bir dus gibi
ve ustumuzde guzel yaz gogu
bir bulut dikkatimi cekti
oylesine beyaz ve oylesine yukarida
gozlerimi kaldirip baktigimda artik orada degildi.