19 Nisan 2010 Pazartesi

he is back!!



kaptan 8 senelik dunya turunu tamamlayip omrunun geri kalanini ulke sinirlari icerisinde gecirmek adina son adimini atiyor. onumuzdeki kisa vadede gececek konusmalar, kurulacak sofralar uzun donemli geri kazanimlari etkileyecektir. hayat kdv'sinin yol, su ve elektrik olarak geri donup donmedigini tecrube edecegiz.

calcio

cumartesi manchester derbisinin son 15 dakikasini justin'den izleyebildim, o da yetti. neville yavsagi scholes'u dudaktan operek scholes'un bunca yillik karizmasini da bitirdi.



pazar ise sampdoria-milan ve lazio-roma gibi ilk yari ikinci yari orani 1'e 30 veren iki mac izledim. fb-bjk derbisine ise hic bakmadim ama bilica ne yapmis oyle, insan degil. gerci milan'li silva ile bilica'nin hareketleri cok benziyor birbirine.

bank asya'yi akisina birakip, turkcell super ligi ignore edip, avrupa futbolunun keyfine varmak, gercekten izledigim sporun savunma sanatindan ziyade futbol oldugu gercegini hatirlatiyor bana. pazzini'nin orta-kafa-gol mottosunu hatirlatan golu, bu golun 90'da gelmesi, ranieri'nin totti ve de rossi gibi iki krali korkusuzca 45'te kenara alip vucinic'in fuzesiyle maci cevirmesine taniklik etmek futbolun keyfini surmemi sagladi.





dunya kupasi icin asmali'da evde projeksiyon keyfi yapmam gerektigi gercegini kabul etmem gerekiyor artik.

havuz problemi

bu aralar cok enteresan bir kafa yapisindayim. ayri bir kafa yapiyisinda olmam cok sasirtici degil, mevsimsellik yapimin yapisal kirilma yarattigi bir donemdeyim, ilk farkim alinmali benim ortalamada duragan hale gelmem icin. ekonometrik bir bilgidir bu, saolsun cikis kaydini alabilmek icin alti yilimi harcadigim universite bilgi dagarcigimi, bir yazimda kullanabiliyorum sonunda. neyse, kendimi bu kalip icerisine icimi dokerken gormem enteresan olan. ne yazikki bu gotu benden baska kurtaracak kimse yok. uzun uzun yazacak gunlerim olacak sessiz ve sakin.

malafa'da soyle diyordu,
doğu ile batı arasındaki fark hilal ile haç arasındaki fark kadar. hilal bombeli. haçtaysa dik açılar var. hilal altında yaşayanlar da bombeli hayatlara sahip. genişler,kurallarla ilgilenmiyorlar, zamanla ilgileri yok, çöl kumu gibi uçuşuyorlar. haçın gölgesindekilerse sert ve köşeli hayatlar yaşıyorlar. yasaları, kuralları olan, dik açılı hayatlar. hilalin altındaki insana, haçın gölgesindeki düzeneğe inanıyor. dolayısıyla hilalle yaşayanların her biri ayrı bir düzenek geliştiriyor. küçük çeteler. küçük düzenekler. haç, insana tek bir düzenek emrediyor. doğu ile batı arasındaki fark bu.

cevremdeki tum hayallerin ucundaki havuc yurtdisinda yasamak. bu konu yeni insanlarla paylasilirken her zaman emin misin sorusu ile karsilasiyorum. o an icimde hicbirsey belirmiyor, ne kadar guzel gecirmisim bunca seneyi diyorum, dudaklarimin sag koselerinin genis aciya hizalanacaklarini hissediyorum ama kendimi tutup bir saniyeligine de olsa kalbimin kapakciklarinin o hali almasini saglayip, tum kan akislarima durmalarini emrediyorum. icimin bombos olusuna taniklik ediyorum. bir nevi masturbasyon benimkisi. 26 senelik bir havuzu senede sonsuz x hizla dolduran iki musluk varken sadece kova kullanarak o havuzu bombos hale getirmek kolay olmadi. iscilik bedeli yuksek bu eylemde. limit sonsuza giderken, ben kendime döndüm!

yine sapiyor konular. o kadar uzun zamandir yazmiyorumki, tum israrlarinin sonunda annesinden sokaga cikma iznini kopartabilmis bir veletin sokakta gecirdigi o iki saatte tum dizlerini yara bere icerisinde birakana kadar kostugu, topa vurdugu, celme caktigi ve sonunda kan ter icerisinde utana sikila zile bastigi gibi son noktayi koydugumda kapatacagim bu aksam lap top'u.

yazinin ozu,
sartlari kendi lehimde kullanmam lazim ve zafere giderken her yol mubahtir. bir hac'in sinirlarinda yasayamiyorsam bana bicilen hilali hac'a cevirmek icin elimden gelen herseyi yapiyorum, yapacagim. sadece bu.

18 Nisan 2010 Pazar

gecmis zaman olurki



son uc haftaya giriyoruz. bugun alinan gaziantep belediye beraberligiyle altinci siradayiz. kesin playoff'tayiz diyemiyorum, bekleyip gorecegiz. asagidaki hikaye de 36 sene oncesinden bir kupa finalinden. kaptan o zaman 12 yasinda. o zamanlar altay'i gururlu, serefli insanlar yonetiyormus.

YIL 1964...

Altay’ın Büyük Altay olduğu seneler.
Ligde rakiplerini hallaç pamuğu gibi atan siyah-beyazlı ekip, Türkiye Kupası’nda da fırtına gibi esmektedir.
Önce Ülküspor’u, ardından Gençlerbirliğini silkeler. Çeyrek finalde Beykoz’u eledikten sonra yarı finalde Beşiktaş’ı devirip, adını finale yazdırır.
Finaldeki rakibi Galatasaray’dır.
21 Haziran’da Alsancak Stadı’nda oynanan ilk maç 0-0 biter.
Hesap 28 Haziran’daki rövanşa kalır.
O sezon ligde Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın çok gerisinde kalan Galatasaray, kupayı müzesine götürmeye kararlıdır.
Ordu Milli Takımı ile 28 Haziran’da Doğu Almanya’ya karşı forma giyecek üç önemli futbolcusu Talat, Uğur ve Ayhan’ı Altay’a karşı oynatabilmek için rövanş maçını 29 Haziran Pazartesi gününe aldırır.
Ancak ertelemeye Altay’ın tepkisi sert olur.
O günlerde henüz 38 yaşında gencecik bir Lejyon gazisi olan Başkan Rıdvan Burteçin, 60 ihtilalinin kadroları tarafından Federasyon Başkanı yapılan Kurmay Albay Muhterem Özyurt’a rest çeker:
“Ya bu maç pazar günü oynanır, ya da biz sahaya çıkmayız...”
İnanmaz kimse...
Öyle ya, kolay mı kupayı elinin tersiyle itmek.
Kolay mı federasyona posta koymak.
Maç günü gelir çatar.
Mithatpaşa Stadı mahşer yeri gibidir.
Önce Galatasaray çıkar tünelden. Ardından yardımcıları Veli Necdet Arığ ve Sabahattin Ladikli’yle birlikte Romen hakem Nicolae Mihailescu sahadaki yerini alır.
Ama Altay takımı ortalarda yoktur.
15 dakika bekleyen Mihailescu, Galatasaray’ı kupa şampiyonu ilan eden düdüğü çalarken, Rıdvan Burteçin İzmir’de şu tarihi açıklamayı yapmaktadır:

“Kupayı kaybettik ama sporda ahlak mücadelesinin meşalesini yaktık. Onu söndürmemeye çalışacağız...”

17 Nisan 2010 Cumartesi

altay nedir ?


Orhan Berent'in blogundan asagidaki yazi.
Ne kadar anlamli geliyor okuyunca. cok sey yazasim geliyor siyah-beyaz renkler hakkinda ama tutuyorum kendimi bu konuda.

Alsancak çarşıdır, Mesudiye caddesidir.
Denize açılan sokakları, Rum evleri,
İki karşılıklı kahvehane,
Altay çocukluğumdur.

Alsancak stadı yürüme mesafesi,
Eski pazaryerinde manav Eko,
Biraz gevezelik, biraz muhabbet,
Bornova sokağında mola,
Efes pasta fırınında limonata,
Yazlık sinemalar,
Şölen, Kordon, Ar, Hastürk,
Hayat sokağı, ikinci kordon,
Sevinc'in önüdür Altay.

Eski fotoğraflar, eski yüzler
Zorlular ve Özgenerler,
Rıdvan Burteçin'in gözlerindeki endişedir.
Kulüp defterinde fiyakalı bir imzası,
Güzel el yazısıdır Bayram Dinsel'in.

İzmir'in arka bahçesi Kahramanlar,
Sokak içinde Büyük Altay kahvesi,
Tariş depoları, Roman mahallesi, Murteka,
İlk gençliğimdir Altay.

Kaleci Tanzer'in heybeti,
Rahmetli Sabahattin'in tribünlere bakışı,
Bilal'in kayarak müdahalesidir.
Zafer'in kel kafası,
Şeref'in fırsatçılığı,
Nevruz'un saçları,
Miço'nun mazlum bakışı,
Vefasız Çeşmeli'nin kornerden attığı gollerdir.

11 Nisan 2010 Pazar

atese yakin

raki guzeldir, icinde raki gecen sarkilar ise daha guzeldir.

bir mum yaktığım o akşam seni andım
korkuyu savdığım her anı hatırladım
gittiğin günden bugüne her şey aynı sadece
çok özledim her kahraman gibi erken gittin
gördüğüm en son ışık parıltı sendin
hep parladın
dinlendiğin o sarmaşık sonra soldu
hep uçtun ateşe yakın

bir kayık iki kürek
ay parlak asil yürek
biraz rakı biraz azık
belki hayat bu demek

göçtüğün gün ben
tesadüfen düşümde gördüm veda ederken
çok özledim her kahraman gibi erken gittin

veda maili


bir ayi doldurdum bile yeni ofiste.
"vedalara dayanam" klisesini sevmem. veda gercektir ve hayatin kendisidir. bugun ben veda ederim, yarin bana veda ederler. hicbir sey olmamis gibi davranmak da karaktersizligin daniskasidir bu ayriliklarda. icinden geleni son kez soylemen gerekir. ben de soyledim.

final siiri de trofolo'da, olaylarin zirve yaptigi donemde okumustum.

......

son 22 saattir aynı koltukta oturup, havayla temasta bulunmadan, excel senin, powerpoint benim, brief onun, P4 bunun, budget hepimizin diye globalleşmeye devam eden dünyanın emlakçısı olan reklam endüstrisine hizmet veriyorum. bir önceki cümlede geçen tümleçlerin hepsini hayatımdan çıkartmayı ne kadar da çok isterdim oysa.
daha şanslı doğabilseydim, kendi şansımı yaratmaya çalışmasaydım.
ben yol, su ve elektrik peşinde değilimki. taşları birbirine sürterek kendimi ısıtmak istiyorum. işim bittiği zaman da tükürürek söndürürüm. ama ne yazıkki o reklamda olduğu gibi levent'teki ofisimden çıkıp, etiler'deki evime doğru yola koyuluyorum birazdan.
son derece korkutucu bir gerçek.

diye yazmistim kendi bloguma agustosun 27sinde.
daraldigim gunlerdi. hepimizin olmadi mi zaten?
hayat vs kariyer diye sorguladigimiz.

ne yazikki dvd'lerin extralarindaki deleted scenes'e hicbir zaman anlam veremedigim icin ben de herseyi saklayip bos bir veda maili atmak istemedim.

ama sunu belirtmem lazim.
26 senelik yeryuzu seruvenimde, kritik anlarda gozunuzun onune gelen film seridinde yer alan bes kare saysam ikisi bu cati altinda gecti.
unutulmayacak guzel hatiralar.

cok sey ogrendim mindshare'de.
hem iş anlaminda hem insanlik anlaminda.

bazi insanlara tesekkur etmek istiyorum.

herseyden once dost oldugu icin sinan'a.

inci, eda ve dilek de bunlarin basinda. minitolariydik biz 21.katin.

meltem, ozan, pinar, aslihan, isil, ecehan, sefika, yelda, elif, ozan, bora, mitor, haydar, umut vs vs
işlerinde samimiyeti yitirmeyen, insan olan insanlar.

son olarak da bir şiir.
herseyi ozetleyen.

tesekkurler turkiye, tesekkurler mindshare

Artık gidiyorum
Beni uğurlayın kardeşlerim
Hepinize eğilerek ayrılıyorum
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum
Uzun zaman komşuluk ettik ama
Verebildiğimden çok aldım
Şimdi gün ağardı
Karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım
Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin arkadaşlarım
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın
Seyahatime boş eller ve ümit eden bir kalple çıkıyorum

thierry henry



fransada dogru
londrali oldu
helal olsun sana
thierry henry, thierry henry

aslinda bu entry'i londra'daki arsenal-barcelona maci sonrasinda yazacaktim ama vakit olmadi. to do list'ime tik atiyorum bu pazar, o yuzden yazmak istedim.
bir diger alkis da sahaya girmeden her turlu sevgi gosterisinde bulunup, oyuna girdikten sonra her topla bulususunda henry'i isliklayan arsenal taraftarina gelsin.

exit through the gift shop


graffiti candir diyip festival biletleri ilk ciktigi gun kapattik yerimizi. hayati boyunca kamerayi elinden dusurmeyen bir adami gorunce cok sasirdim, ben daha fotograf makinemle 20 foto cekmisken bu bagimliligi anlayamamam gayet dogal.

daha once de bloga graffiti ve banksy mevzusu konu olmustu hepsi burada. dunyaya iz birakip gitmek gerekir. silinene kadar o duvara iz birakmak da tatli ve kisa bir seruvendir. stencil maceram olmustu bir donem, yarattigi hazzi iyi bilirim. evinin duvarinda stencil'i olan biri sifatimla yaziyorum bu satirlari.

filmin muzikleri de Portishead'den tanidigimiz Geoff Barrow tarafindan duzenlenmis. festivaldeki gosterimi biten film, vizyona belki girer, girse de 20 kopyayla anca oynar. yuklenin torrent'e kacirmayin. imdb notu simdilik 200 oyla 8.1