31 Temmuz 2009 Cuma

30 Temmuz 2009 Perşembe

elano blumer



yok artık Haldun Üstünel!!!

hakan günday kimdir?

2001 yılında hürriyet'te yayımlanan bir roprtajdan alıntıdır aşağıdakiler. manipülasyon yoktur. röportaj "2000'li yıllarda bu yazarları okuyacagız" başlığı altında yapılmış, hakan günday da bu onbeş yazardan bir tanesi.

- Ne tür müzik dinliyorsunuz?- Punk-rock, gothic, glam-rock; Sex Pistols, Sister of Mercy, David Bowie.

- Kuşağınızın favorisi kimdir?
- Geniş biçimde genç kuşak dendiğinde Bret Easton Ellis.

- Politikayla ilişkiniz ne durumda?
- Siyasi yelpazenin dışındayım.

- Hangi Gazeteleri okuyorsunuz?
- Hürriyet gazetesini okuyorum


Beni gençler okusun.
Her gün yazmaya çalışıyorum ancak belli bir süresi yok. Günün herhangi bir saatinde yazmaya başlayabiliyorum. Bulunduğum yere göre el yazısı ya da bilgisayarla yazıyorum. Yazarken bulunduğum ortamın hiçbir önemi yok. Ailemle yaşıyorum. Ustalarım Nevzat Çelik ve Louis-Ferdinand Celine. Kutsal kitabım Louis-Ferdinand Celine'in, Gecenin Sonuna Yolculuk isimli romanı. Müzik, resim ve sinemayla ilgileniyorum. Tenis oynuyorum ancak sporla aram çok da iyi değil. Futbola düşkünlüğüm normalin üstünde. Beşiktaşlıyım. Gençler tarafından okunmayı isterim. Sorgulayan, okuduklarından şüphe eden ve araştıran bir okur idealdir.

1976, Rodos doğumlu. Hacettepe Edebiyat Fakültesi Fransızca Mütercim Tercümanlık Bölümü ve Universite Libre de Bruxelles'in Siyasal Bilimler Bölümü'ne devam etti. Şu anda AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi'nde öğrenci.
İlk kitabı: Kinyas ve Kayra.

akrep > yelkovan



geceler sona ermesin.
yasam enerjimin tasarrufundan oturu, gece yarisi istedigim saatte akreple oynamak istiyorum. uzun yelkovan atmis dakikada bir donmeye devam etsin ama akrebim yerinde saysin. akrep, kisa dair, soguk, beklemelerin habercisi.

28 Temmuz 2009 Salı

monday morning

eskiyi, yeniyi yad edip kucaklastik. hos geldi. ozlemisim. iki saat sonra uyanacagim yeni agiran gune rialto ile veda ediyorum. monday morning 5:19.

it’s monday morning 5:19
and i’m still wondering where she’s been...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

dugun ve cenaze

bir dugun dusunun. temmuz sicagina meydan okuyan, terletmeyen bir havanin sizi karsiladigi, yesiller icerisinde, rakinin beyaziyla geceye baslanan bir dugun. cok detayi var da ben en can alici sahneyi paylasmak istiyorum.

gece onbire dogru inceden bir ahmak islatan basliyor. bir yagmur dusunun, yarim saat yagiyor ve size bir tane damlasi bile isabet etmiyor. alandaki kimse islanmiyor. spotlar sayesinde yagdiginin farkina varabildiginiz damlalar basinizin uzerindeki bir katmanda birikiyor sanki. doganin bu buyusune kapilmisken sahneye bir dost cikiyor. gelinin mi damatin mi bilemedigimiz bir dost. serefe diyor, kadeh kaldiriyor. sesi hepimizi mest ediyor. bir, iki, uc derken son sarkiya geliyor. ilk notada kendimi kaybediyorum, ilk sekizlik biterken icimden inkar etsem de gercekle yuzlesmek zorunda kaliyorum. anahtarliktan yuzuk yapip, teklif ediyorum. evlenirim. sarki son sardunyalar.

kader, golge etme lan!!!

23 Temmuz 2009 Perşembe

mavi kus ile kucuk kiz ve senfoni



bu klibin cekildigi konserde ben de vardim. yeni albumden sarkilari dinleme hevesiyle gitmistim ama yeni albumden hic soylemeyecegim bosuna heveslenmeyin demisti konser sirasinda. ilerleyen dakikalarda yeni albumden tek bir sarki caldi sadece, o da buydu.

ben o'na tesekkurlerimi cok onceden sunmustum zaten...

21 Temmuz 2009 Salı

tribunden



david beckham'in LA galaxy formasi altinda, milan'da kiralik oynadiktan sonraki ilk maci. rakip de milan. mac ya da globallesen futbol endustrisi beni ilgilendirmez. forma satislari, reklam gelirleri artsin diye buyuk takimlar artik yaz kamplarini kitalararasi ulkelerde degerlendiriyor son bes yildir. kizilcahamam var kardesim buyrun gelin. beni ilgilendiren kismina gelince, amerika'da da tribun kulturu olustu ya olsem de gam yemem. ben gerci biraktim bu isleri ama yine de dikkatimi cekti.

16 Temmuz 2009 Perşembe

bir gün benim olacaksın



araba sevmem, ehliyetim yok. ama birgün ehliyetim olur ve araba alacak olursam içinde kalabalık seyahat edebileceğim bir araç olacak. belki sadece bu zevk için bile ehliyet alabilirim.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

neden sorusunun cevabi



yazmaya nasil başladığımı gerçekten hatirlamiyorum, ama nasıl yazdığımı teknik açıdan biraz açıklayabilirim.

sorular soruyorsun, kendin için ilginç bulduğun sorular. bir insanın durması neye yol açar, bugün dursanız ne olur, burada kalsanız şimdi? onemli olan durmanın şiddetidir ve en şiddetli işlerden biri de durmaktır zaten. o irade vardır ya, suçluluk duygusuyla gelen, işte onu kullanmamaktır.

bir insan neden durur, neden durunca bu dünya sizi cezalandırır ve durmanın bedeli nedir? sorularını sormak, beni mecbur kılıyor bir saatten sonra o kağıdın başına geçip kalemle bir şeyler çiziktirmeye.

sorular cevaplı ya da cevapsız. cevabı olmayabiliyor. zaten bulmanız büyük bir tesadüf olurdu, hele var oluşa dair olanları düşünürsek, bin yıldır sorulan aynı soruya bir cevap bulmak. ama doğru sorular, çok ilginç romanlar doğurabiliyor. önemli olan herhalde o soruları düşünebilmek. illa cevap bu hayatta gelecek diye bir kaide yok. gelmeyebilir, ümitlenmemek lazım.

işte o da ölümsüzlük duygusu gibi bir şey. çünkü onu beklemek, bu soruyu soracağım, mutlaka cevabını da bulacağım demek. zevkli olan işte onu arayış, o cevabı arayış. bulmak, çünkü bir süre sonra zaten kendini unutturuyor.

hayal kırıklığına uğramaktan, camdan kemiklere sahip bir çocuk gibi oluyorsunuz.
umurunuzda bile değil, günde beş kırıkla dolaşabiliyorsunuz. o cevabı illa bulmak gerekmiyor. çünkü amacınız yok. amaçsız sorular da çok ilginç olabiliyor.

diyorum ya bir kutsal kitap yazma peşinde değilsiniz. insanların sağlığıyla ilgili herhangi bir tıp kitabı da yazmıyorsunuz. sizin ilgilendiğiniz konu, varlık, var oluş. neden yok değilim de varım? bu sorunun cevabını bulana büyük ödül verirler.
yedi milyon isviçre frangı nobel ödülü!

14 Temmuz 2009 Salı

here comes the summer son




i'm tired of telling the story
tired of telling it your way
i know what i saw
i know that i found the floor

Before you take my heart, reconsider
i've opened the door

here comes the summers son
he burns my skin
i ache again
i'm over you

i thought i had a dream to hold
maybe that has gone
your hands reach out and touch me still
but this feels so wrong

here comes the winters rain
to cleanse my skin
i wake again
i'm over you

13 Temmuz 2009 Pazartesi

yunanistan hatirasi


hurriyet pazar ekindeki "en iyi on" yazarlari gibi ukalalik yapmadan, ilk kez yurtdisina cikmanin verdigi ozgurluk katsayisiyla birkac cumle sadece atina-selanik hakkinda.

klasik bir ben ornegiyle, trenden 4 saat once alabildim 20 gunluk, tek giristen ibaret vizemi. ne gerek var aceleye. yunan treniyle gidip, istanbul treniyle donduk. korkulanin aksine yunan treni daha basariliydi. turk treni ise klasik yoresel karakteristik ozelliklerimiz olan el koymak, piskinlik, yuzsuzluk, pislik ve misafirperverlik gibi ozellikler uzerine dayaliydi.

omonia'da otobusten inince farkina varabildim yurtdisinda oldugumu. like a regular tourist diye tempo tutuyordu organizmami ayakta tutan her canli hucre. gercekten uzerine bastigim yerleri toprak diyerek gecmeyip tanimak istiyordum. bu kaldirimlarda kendine muhtesemlik sifatini bindiren gencleri, sizan evsizleri, opusen ciftleri, gec kalan yasamlari, hepsini tanimak istedim o anda.

rockwave 2009 bizi moby ile karsiladi. cok bayilmam ama sahne performanslarindan etkilenmedim degil. uzerine brian moloko goz kirpti. bu kez yeni sarkilara daha hakimdim. konserler bitip de yerel halk evlerine donerken duygulanmadim degil. konser alani bosaliyor, herkes kuculup beynimde yer buluyordu sanki. gizli bir kamera edasinda herkesi kaydetmek istedi beynim o sirada. bos kaset getirmedigimi farkettim. ertesi gun killers'i dinleyecegimin hayalini kurdum. turun amaci oydu. all these things that i've done diye haykirmak istiyordum tum dunyaya, sesim kisilana kadar. olmadi. yaz yagmuru, 3 saatlik doluya dondu. birseyi cok istersem olmaz diye dusunurum hep. o kadar cok istedimki tabiat ana girdi devreye. tanrilarin ulkesinde oldugumu unutmustum. onlarla kafa tutmaya gucum yetmezdi.

ares beni ayikmis, ulan bu herif yillarca bana barisi getirmeye calisti, suna bir kiyak yapayim demis olmali, yanimizda bir araba durdu ve tum tatilin cehresi degisti. iyilik öldü mu lan, sorusunun cevabi o üc kisidir. marietta, xara ve giwrgos.

agripoli'de gecen bir pazartesinin uzerine kutsal topraklara dogru yol alindi. atina evleriyle, tarihiyle, kozmopolitligiyle, sokaktaki portakal agaclariyla beni buyuledi. selanik ayni izmir. ulan her giden de ayni seyi soyluyor ama cidden ayni. caylayik mahallesi'nin de varligi ispatlandi, simdi dokumanlari bekliyorum. bir sonraki hedef o mahalleye yerlesip yetmis sene oncesini hissetmeye calismak. ex-mubadele hesabi.

bitmeyen bir hayat var, 24 saat insanlar sokakta. bu yuzden selanik tam benlik. bunun yaninda kizlari cok guzel, ortalikta erkek yok. cok milliyetciler, her dukkanda, bes evin birinde yunan bayragi asili. taksiler cok ucuz. turkce anliyorlar, bes kelime var bildikleri. fenerbahce, galatasaray, iyiyim, cok iyiyim, ver lan bi cigara.

sonuc donus. az geldi dort gun. tadi damakta cibezin, greek salad'in, kalamarin, frappe'nin. benim disinda emegi gecenler de var gitmemde. emegi gecmekten ziyade on ayak olan, elimden tutan. bir pecete kagidina yazili tarihlerle baslamisti macera, gecikmis bir blog postuyla son buldu.

kimse benimle oyun oynayamaz



iyiki yazılı ve görsel basında iki resmimiz çıktı. magazin basını hemen çarptırıyor olayları. ayıp kardeşim ayıp!!!

12 Temmuz 2009 Pazar

cumartesi gecesi post'u


bir cumartesi gecesi post yaziyorum. tarihte gorulmez, daha once yazdiysam da miladdir. gun hakkinda birseyler yazmiyorum, cunku bugunun yarini da var!! kurucesme uzerine rockwave'de placebo zehrinin vucuda emilimi tamamlandi zaten. yunanistan post'u pazartesiye bu arada.

post mevzusu sarkinin adi speak in tongues. dil dile degmeden ogrenilmez diyen olabilir, french kiss diyen olabilir, ayni dili konusuyoruz diyen de. benim anladigim sonuncusu.

every single sense in me is heightened
there's nothing left inside to rearrange
like a slave to history and science
i long, i burn to touch you just the same

ucuyoruz ne guzel kamikaze hesabi... ucarken ayak bilegime bagli bir umut kesesi, o da tarihin ve bilmin kolesi. her zaman yanimda, icimde. yaniyorum sana eskisi gibi dokulabilmek icin. iki adim geriye cekilip, tablonun tamamina baksan son derece duskunluk kokan, karsi taraftakinin agzinin icine duserken "bak kizim ben dunyamdan vazgectim, elde avucta sana karsi hiseddilenler de bunlar, bunlar dediklerim benim herseyim" diyen bir sarki. bu adamin onbes dakika sonra ne yapacagi belli olmaz. tarih, ki ozellikle insanlarla - kahramanlarla degil - bagdastirilabiliyorsa, asimile olmanin zamani gelmis demektir bence.

don't fall back into the decay
there is no law we must obey
so please don't let them have their way
don't give in to yesterday

bu nakaratin turkce versiyonu da var "kendini rahat birak, artik YA-SA-MA-NA bak" der. olan olmus biten bitmis, kalbini dinle, kendi sesini duy, icinden gelen neyse ona ayak uydur. istifa et, sus, konus, sarhos ol, kavga et, can yak, can ol... ne istersen, salt dogru olduguna inandigin neyse onu yap, kendin ol. tek hucreliler gibi komini olarak yasama, davranma. 6 milyar parcali bir puzzle'in tek bir parcasi ol, ama senin tonun farkli olsun. insanlar seni ilk gorduklerinde nereye koyacaklarini anlasinlar. ayiksinlar seni. dun dundur, bugun de bugun.

sarkinin en can alici noktasi...

we can'T build a new tomorrow, today
we can'T build a new tomorrow, today
we can'T build a new tomorrow, today
we can'T build a new tomorrow, today

dort repeat'i var. sonuncuda uzatiyoruz haykirisi. manipulasyon benden. olumsuzluk ekini ekleyen benim. sarkinin finali herseye ragmen yapabiliriz diyor, ben de diyorumki; kartlar acik hayata dair, restimi cektim, yesterday dedin bana - silemedigin yesterday - bundan sonra siktim sene toparlayamayiz.

raki ruhumun gidasidir, muzik mezesi, muhabbet de pezevengi...

10 Temmuz 2009 Cuma

adidas 5 united istanbul tour



haftasonu santral istanbul'dayız adidas 5 united turnuvası için. kadro dev. ben-mumi-hadem-efe cun-sivil-amca-ismail tutu. bes sene önce çok can yakardı bu kadro ama hiçbirşey belli olmaz.
takımın adı mumi-mali kardeşlerin kapısını açıp, muharrem'in "ona bi oda ver ağabey" demeciyle benim istilam sonucu zincirin kırıldığı, 7 sene boyunca istanbul'daki yuvamız olan sadabad sitesindeki evimizden geliyor. sadabad warriors.
geliyoruz etiler semtinden:)

arena dergisi temmuz sayısı




sol alttaki çocuğa dikkat. isim soyad yanlış ama olsun, zor zaten.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Ron Artest Lakers'ta


tru warier her zaman apayrı bir yerde oldu benim için. alayına gider şekilde yaşadı. albüm çıkartacağım, bu sene oynamam dedi. detroit maçına damgasını vurdu, raja bell bu sene karşıma çıkmasın diye demeçler verdi. hasta ruhlu bir it kendisi. lakers'a üç senelik 18 milyon dolara imza attı, umarım yüzüğü takar bu sene.

kaç numara giyeceğini merak ediyordum, imzayı attığında 37 numaralı formayla poz verirken hikayesini merak ettim. boş numara giymez tru warier. açıklaması aşağıda. NBA'in tanrısıdır kendisi. bu sene birin birinden alırım her türlü.


Ron Artest will wear No. 37 with the Lakers next season in honor of Michael Jackson, whose 'Thriller' album was at No. 1 on the charts for 37 straight weeks.
Artest has also recorded an R-rated song in honor of the King of Pop with some interesting lyrics, like "I know you're in heaven, I hope to see you next year."

;

sis; bir besiktas sabahinda, beyaninda bulunmadan, bana uzerinde fotografim olan yeni bir kimlik veren kuruma dogru yola cikmisim. sisteme dair yerlesimler, gun gecirmeler. gunese yonelerek gununu gun eden bitkiler gibi yasamalar, her gun ayni. tek farkim tepkime sonucu disariya besin verememem. elma hesabindan yiyorum. takriben alti sene once. dinledigim sarkilar var tek basima huzunlenip. hayat'la baslayan kurdugum cumleleri deftere kaziyorum o zamanlar. pesi sira dizilen kelimeler ileriye yonelik ve umut dolu.

sicak; bir karsiyaka sabahinda golgenin en uzun oldugu vakitlerde carsi'dan donuyorum, takriben on sene oncesi. elimde posetler, sonsuz bir yerellik burunmus uzerime. elimdeki anahtarla kapiyi acabilme luksune sahip oldugum icin evim diyorum dort duvarin cevreledigi birinci kata, icindekileri, dunyanin donme ritmini inkar ederek.

zafer; benim degil. fethiye'de uzaklardan calan bir telefonu aciyorum. o zamanlar telefonumda kayitli olmayan telefonlari acma luksum var. baslar misin diyor, pazartesi oradayim diyorum. gunlerden persembe. telefonu kapatinca onceki aksam 45 derecede dondurdugum buzlari eritiyor para kazanma gercegi. ben hic hissetmedim kendi kazandigim parayi harcama zevkini. takasa dayali bir hayat yasadim. verdigim kagidin karsiliginda en yararli kezzaplari doktum bogazimdan.

ortakoy; ilk evim. paranin kullanilmadigi, kullanildiginda da ortadan ikiye bolunerek paylasildigi bir hayat. easy city degil easy flat. konusarak, hakki verilerek, odalarin sadece yatmadan yatmaya kullanildigi bir sene. kekremsi kelimesinin hayatlara kazinmakla kalmayip, DNA sarmallarimizi degistirecek kadar icimize islemis bir albumun ciktigi sene. albumun son sarkisi yazimin sonunda gelecek. ortakoy bugun ise ozume dondugum, selam verip, selam alip, gercek hayatlarin tadina baktigim istanbul'un kizilderililerinin yasadigi bir sahil yerleskesi.
hatira; ortakoy'de yillar oncesinden iki kare var. ersin, cem, ben sahildeyiz saat sabaha yaklasmakta. aciklardan gecen bir tanker, kiyida dort metrelik bir balikci teknesi. ucurumlar sehri istanbul diye aklimdan gecirmisimdir o zaman da. dalgalarin kiyiya vurmasiyla ne yapacagini merak ediyoruz, teknedeki adamin. kendini disari zar zor atiyor, sikeyim boyle hayati diyerek yanimiza gelip bir sigara istiyor, ben uzatiyorum tabiki soguk kanliligimla. bir onceki gece beraberdik, adi suleyman. bu kez ben bira alip gittim yanina. ben de simdi bakkala yazdirmaya gidiyordum dedi. diger kare ise kulagimda walkman ile, o zamanlar ipod yok tabi. lise 2'de hic diye kazimisim walkman'in uzerine rotring'in ucunu icine cekerek. walkman'in hikayesi zaten apayri. bu kez tek basimayim ortakoy sahilinde saat yine sabahi asindirirken, neden kazidim ben bu kelimeyi dercesine suratimda acayip bir ifadeyle. i don't wanna know sayikliyor kulaklarimda, power fm'in tesadufunde. kismet degil bu, cagirdigim icin geliyor. sag elimde dimitra kopolo, sol elimde renkli bir torba, gokkusagini elimde tasiyorum o zamanlar, tabiat ananin ben... sutarimdaki ifadenin kekremsi oldugunu anladim o sirada. karsimda tum ihtisamiyla istanbul. o zamanlar bahisler istanbul'un kazanmasina 1.02 veriyor, biz deplasmandayiz, oranimiz 12.00. keske o zamanlar ilk yari/ikinci yari oynasaymisim. su an trilyonerdim.

hayat; herkesin kendine dair bir hikayesi var. yenilerini tanidikca gordugum, hayal gucumun yettigi kadariyla gizli ozneler, devrik cumleler bindiriyorum hepsine. benimki de onlardan biri, farkli degilim sadece dile getirmekten korkmuyorum. bugun niye kendimi ozetledim sorusunun cevabi ise yok. kamera arkasinda cevabi bulunur. sarki gelsin o zaman.

ama anliyorum sesinden kurtulmussun sen
nokta konmus
bitmis
en guzel hikayem!!!

cilasi tek bir sarki var benim icin, tahmin edebilecek var midir?

8 Temmuz 2009 Çarşamba

hosgoru


uykulu gozlerle basladim bu sabah deplasman yolculuguma. uzun zaman sonra toplanti icin karsiya gececegim icin sikintiliydim. ofise gittigimde nabzimda ve soluk alis verisimde bir ritm bozuklugu soz konusuydu. ofis bosken daha verimli calisabildigim gercegini, disa da vurarak itiraf ettim kendime sonunda. gec yapilan kahvaltiyi, ogle arasini sadece kahve icerek tamamladim. kopruyu benim icin bosaltmis olsalar gerek, yirmi dakikada acibadem'deydim. tabelada acibadem yazisini gorunce kemalito'nun bitter almond sesi yankilandi kulaklarimda. sahi bir de bizim moda prensesi vardi ona ne oldu? verimli gecen toplanti alti bucukta bitince karsiya donmek daha buyuk bir sorun oldu. bu aksamin programini calistim kafamda. taksiyle uskudar'a gecip, motorla besiktas'a, oradan da ipod'la ortakoy'e. uzun zamandir ihmal ettigim gercek insanlar vardi. gozumde buyuyen taksiyle uskudar'a kadar gidebilmekti, sonrasi cocuk oyuncagi. sevmem taksicileri, ozellikle dialog kurmak icin caba sarfedenlerini. uzun sorularini tek kelimelik cevaplarla agzina tikasan da yeni bir cumle kurmak icin usenmezler. butun gun direksiyon sallamak kolay mi saniyorsun ? bana ne... butun bir omur maskeyle yasamak daha mi kolay peki ? bu taksici farkliydi. uskudar'a kadar trafik tikali mi diye yonelttigim soruma bati trakya sivesiyle verdigi cevapla beni mest etti. samimiydi, sanki kirkli yaslarinin sonunda olan bu adam hayatini dusunerek yasamis ve bugun dusunce evrenine yeni bir uydu eklemek icin taksici olmaya karar vermisti. rolundeki ilk gunu olmadigini ispatlarcasina, bir onceki gun benimle ayni saatlerde, ayni yerden taksisine binip mecidiyekoy'e gitmek isteyen bir kadin ile arasinda gecen dialogu anlatti. kopruya geldiklerinde bir bucuk saat gecmis ama kadin hem toplu tasima araclarini kullanirsa kici asinacagindan hem de vapur sefasi ne demektir bilmediginden, benim kahramanin telkinlerine ragmen taksiyle karsiya gecmekte diretmis. sonuc taksimetrede yazan 100 lira ve omurden ucup giden dort saat. trafigin kattigi stres ile omurden gittigi hissedilen tahmini sure yarim gun. dinledim bu hikayeyi, bolmeden aynadan trakyalinin agzinin icine bakarak. cumlesinin sonunda, aynadan beni kesip; "simdi sen bana etiler'e gidelim deseydin ne olurdu evlat" dedi.
- advantage Mr. Caylayik!!! konusma sirasi bendeydi. ikinci koprunun hayat korelttigi temmuz ayinda, toplu tasima araclarini kullansak, bencilligimizden kurtulup, hosgoru semsiyesi altinda ulasacagimiz yerlere daha kolay gitmenin yollarini arasak ne guzel olur. simdi ben taksiyle etiler'e gitsem taksimetre 80 yazacak, ben zaten fisimi alacağım ama bunlara gerek yok. sen beni solda birak babacim, hem iskele trafigine girersen cikamazsin, buradan yukari kac sen.
son cumleyi kurabilitem cok yuksek ama ya oncesinde agzimdan cikanlar? bir tatil bu kadar mi iyi gelir bir insana. bendeniz desiderius erasmus, benjamin franklin ve thomas jefferson'dan sonra gunumuzun humanizm temsilcisi rolune burundum, tabi ki tatilin etkisi gecene kadar bu durum.

ortakoy ise sistemler catismasi. oncesi hayatla yuzlesme, hikayeler, kicimiz betonda yer buluyor. sonrasinda cila niyetine de deri kaplamali ahsap sandalyelerde gevsiyor kaba kaslarim, biraz is, biraz hiclik, biraz olgun sohbet. dolu dolu bir gun.

son noktami koyup, dolunayin aydinlattigi son gecede balkonda uykuya dalmak istiyorum.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

haftasonu motivasyon'u



beni leylekler getirdi. gecenlerde suruyu havada gorunce ciktim yola, mazotumuz bitene kadar yola devam. artik haftasonlari beni heyecanlandirabiliyor.

klasik bir feribot macerasiyla basladik cesme turuna. bu kez sinirlari zorlayip son araba olarak girdik. simdi onemli bir tuyo herkese. olur da son dakikada bir arkadasiniz gelmeye karar verirse ve ido'da bilet kalmamissa sorun yaratmaya gerek yok. sakin olup gorevliye elinizdeki bileti veriyorsunuz, arkadas kim, bileti nerede sorusuna turlu yalanlar sikmaya hic gerek yok. biz tabiki baya siktik, call center'da ahmet isminde biri calisiyorsa, artik zaten calismiyor. biletsiz arkadasa mal muamelesi yapip, yuk bileti kestiriyorsunuz. cik kantara kardesim, kac kiloysan ver bakalim parasini. tabi rahatlik sinirlarini zorlayacak potansiyel varsa, pazarlikla bilet parasi olan 15'e baglarsiniz isi. biz tum bunlari yaptiktan sonra rahatlik katsayimizin sonsuzla es deger olmasindan oturu, feribot bursa'ya yanastiginda en onde olan arabaya ulasmak icin acele etmedik.
- insaf beyefendi insaf!!!
- ulan o zaman once arabasi olanlar insin. biz ne yapalim butun yaya paleler kapiya dolusmus.

cem'i sonunda izmir'e getirebilmistim. valideyle son gelismeler uzerine konustuktan sonra fiko'yla bulusmak icin evi terk ettik cumartesinin ilk saatlerinde. 15 dakika sonra her zamanki yerde!!! bolca bira, seksene yakin midye ve mehtap. ver sirtini bostanli'ya dok icindekileri ege denizine. kalbin orada kalabilir dikkatli davranmak lazim.

mehtap uyanmış
seyr-ü sefada yıldızlar
siyaha yanmış
bende fasıl fasıl dert
o ne zalim bir yarmış


cesme her zaman bizim evimiz oldu. sonradan kesfeden istanbullulari da bekareti bozulan canlilar oldugumuz icin hic bir zaman sevmedik degirmenlerin cevresinde.
tam hayallerde kuruldugu gibi bir dag yamacinin kiyisinda, deniz kokusunun ulasabilecegi mesafede insa edilmis babylon'un ustundeki meyhanede basladik dolunayi dogurmaya. 26 subat'ta kurmustum hayalini, o persembe aksam ustusunu cok iyi hatirliyorum. aradan cok sular akti.


raki, balik, roka uzerine dev muhabbet. akrep, yelkovana kafa tutarcasina ilerledi cumartesi gecesi. cok uzun zaman sonra masadaki herkesin yuksek dozda keyif aldigi bir geceydi. dolayli ve zarf tumleci cevabini veren sorular, hepimizin hayatina renkler, tatlar katti. cok dogal degil mi zaten, ozneler hicbir zaman degismiyor. uzaklastik cogu zaman. temel saglam yerde diye yakinlasmasi her zaman kolay oldu. deger bilmeyi ogrendik. eskiden yaz boyu yasayamadigimiz huzur dolu hayata dair sohbeti, makarayi, saygiyi iki gune sigdirmayi ogrendik.

ben bu aralar canagi, comlegi bosaltmakla mesgulum. iki haftadir ilkel ameliyat yontemleriyle cigerlerime dolan havaya gecit vermemek icin kendilerine yer yapan bogazimdaki kitleleri gittigim yerlere birakiyorum. istanbul disina birakiyorumki tekrar karsima cikamasinlar. nankor kediler gibi evlerinin yolunu bulurlar mi bilemiyorum. bu gece yatmadan buyuk bir yudum green apple'i bogazimdan dokup, mideme suzulusunu hissedecegim. kendi kendine buldugu yolda, tuzlu suyun yarayla temasinda oldugu gibi canimi yakan acilar hissetmeyecegim. sadece midemin yanmasiyla o son yudumu icmesem de olurdu deyip uykuya dalacagim.

cumartesi gecesi olmazsa olmaz paparazzi. ince bir detay var, paparazzi eskiden olmazsa olmazdi artik olmasa da olur. 6-7 sene oncesine kadar paparazzi'de gece program olmazdi. aksam yemegi yenir, en fazla da 1'e kadar oturulurdu. 3-4 sene once de gece programi basladi. o zaman da deniz kenarinda masalarda otururduk, muhabbet ederken de karsindakinin kulagina bagirmak zorunda kalmazdik. gelinen noktaya bakin simdi, adim atacak yer yok ve gecen hafta counter koyulmus 3200 kisi girmis cumartesi gecesi. pes!!

iki gunun sonunda donus kacinilmaz. hayat devam ediyor. pazardan bahsetmiyorum detaylar facebook'ta. remove tag yapani vururum, cok netim bu konuda. kapanis sarkisi sezen'den.
gunesli pazartesiler olsun herkese!!!


yalnızlaşmışız iyice
ustelik de alışmışız
hiç beklentimiz kalmamış
dosttan bile

anlaşılır gibi değiliz
tek bedende kaç kişiyiz
hem yok eden, hem de tanık
ne esaslı karmaşa

2 Temmuz 2009 Perşembe

kader keita



bu maçtan sonra adı milan'a gidiyor diye yazılmıştı, 2007 devre arası transfer döneminde ama Lille bırakmamıştı.

önümüzdeki dönemde GS forması giyecek. haldun üstünel denen adamla tanışmak istiyorum. büyük ihtimalle tanışmış olabiliriz ama kimliğini saklamıştır kesin. bu nasıl bir gizlilik politikası lan, hani iki kişinin bildiği sır değildi:)

never-ending why



atina-selanik hatti uzerine ilk post placebo'dan gelsin, baslangic. dort gunun hikayesini bir gunde kusmak kolay olmuyor. yukaridaki foto da selanik'te bir duvardan. cok var bunlardan orada.

time will help you through
but it doesn't have the time
to give you all the answers to the never-ending why