26 Haziran 2009 Cuma

athlete - tourist



this european air
it always warms my face
i wish i could pass on
i will bring you stories
and bleary-eyed photos
like a regular tourist

suitcases down our street
are rolling once again
i roll away with them
five days inside Zoo York
to lose myself with friends
i'm nowhere without you

we don't go breaking down
i feel like nothing ever will
we don't go breaking down
i feel like nothing ever will
we will never go breaking down
i feel like nothing

just wanna be with you
my baby

i'm counting up the cost of time
and when i waste some time away
we cannot save ourselves alone
or live life on a mobile phone...

25 Haziran 2009 Perşembe

istanbul'dan kalktı tren



yok yok duvardaki tabelada çaylayık mahallesi yazmıyor, sakin olun. ama bulurum. tabi bir de festival var işin ucunda, bir sene gecikmeli olsa da the killers'ı dinlemeye gidiyorum rockwave'e.

and there's something that i want to say,
i love her, too.
and all of this has got nothing to do with you.

and i'd like to stay but i can't because
i've been fooling around and i know
that you called because you never even knew
that it was hurting me.

24 Haziran 2009 Çarşamba

24 haziran istanbul placebo konseri



çok istedik ya, illa bir sorun çıkacak. neyseki bir gün sonraya ertelendi sadece. haftada iki kez placebo'yu yerinde dinlemezsem rahat etmem. bugun istanbul, cumartesi atina.

bugun çalınacak playlist de aşağıdadır. bold'lar can yakar!! 7-8-9 beni bitirir.
bi daha bi daha diye çağırırsak son üç şarkıyı çalacaklar heralde.

01 - kitty litter
02 - ashtray heart
03 - battle for the sun
04 - for what it's worth
05 - black-eyed
06 - speak in tongues
07 - follow the cops back home
08 - every you every me
09 - sleeping with ghosts
10 - special needs
11 - the never-ending why
12 - bionic
13 - meds
14 - come undone

15 - special k
16 - song to say goodbye

encore 1:
17 - infra-red
18 - the bitter end


encore 2:
19 - taste in men

karanlıktakiler



çağan ırmak'ın yeni filmi karanlıktakiler. az önce kendisiyle yaşadığımız dialogtan ogrendiğim kadarıyla ekim'de vizyona giriyor. bu seferki konsept anne ve oğul. bir bu eksikti zaten. üçlemeyi tamamlamış oluyor böylece. filmin ana sponsoru psikolojik destek veren bir şirket olsun, voleyi vurur.

bu kez artçı şoklarla kurtulabilir miyim bilmiyorum.

"cehennem bazen bir evin içine gizlenmiştir."

23 Haziran 2009 Salı

23 haziran 2009 placebo konseri



pazar starsailor'ı yerinde dinleyemedim ama bu akşam placebo ile konserler start'ını veriyoruz.

önce hayati gerçekler kuruçeşme esintisini vursun yüzüme, sonra leave me dreaming on the bed ile tavan yapsın,arada bir saçmalasın. sonunda polisleri evlerine kadar takip edelim, soyalım.

there's gonne be an accident
someone call the ambulance!!!

fotosuz #3

hayat'in ta kendisine yepyeni bir noktali virgul koyuyorum. basliyorum virgulun tepesinden dusunmeye. virgulun altindaki noktayi, ilk okul siralarinda defter arsinlayan bir cocuk kivaminda kursun kalemi bastira bastira isliyorum satirima. geriye donup de cumlelerimi okudugumda 'olmus' diyecegimi bilerek. virgulse her zamanki gibi, geride kalanlarin yarattigi simalari hatirlayabilelim diye. lisede target vocabulary okurken bircok kelime ogrenmistim, cogunu da unutmadim ama bunun anlami cok derin. turkce cogu zaman yetmiyor derdini anlatmaya ama ingilizce bazen tek kelimede sifreyi cozebiliyor.

guzel bir hafta gecirmistim, kendi icimde dengeyi bulabilmis, pes demistim yasananlara dudagimdaki kekremsi tebessumu silerek. ben ay olmustum, kimsenin son dordunumdeki koyulugu sorgulayamayacagi kadar, dunya ise benim etrafimda donen bir gezegen haline gelmisti. artik dunyayi tersine cevirmekten vazgecmis, oldugu gibi kabul etmistim. sadece macin sonunda formalari degistigimiz icin onun rolune burunmustum. kolaydi kabullenmek gercekleri. son dudugu cok once duymustum. nezaketten dolayi degisilen formalarin da hakkini vermek gerekir diye dusundum. teri sogutmamak lazımdı.

cok da ciddiye almamali
yaptiklarimiz rol icabi

cuma aksami karar verdim yaralari kasimaya. bu haftasonu uzaklasmaliydim yildizsiz, kararmayan sehirden. yeterince kapatmistim kendimi iki haftadir.dunyanin en guzel klibindeki gibi gerceklestirmek istedim acilimimi ama utopya ne yazikki hicbir zaman bizim hayatimizda bas rolu hakkini vererek oynayamadi. kalbimi desip onun bana anlatmasini istedim, atardamarlar kanima gider yapmadan dinlesenlerdi keske ona gelenleri, toplardamarlar da her onune geleni icime depolamasalardi. damarlarima da hukmedebilir miyim diye dusundum bir ara. cok degil, gercekten. dunyayi tersine cevirebilecegime inandigim yillar kadar uzun degil.

tok bir napariz karsiladi beni cumartesi baslangicinda. kac kisiyiz diye sordum, cevabi bildigimi sandim ama yanilmistim. +1 cikti tombaladan. fiko cesmeye ayak basmaya karar vermisti. sevineyim mi uzuleyim mi karar veremedim. fiko bu, kordelya bonbon olduk hafta sonunda.

denizin sogukluguna meydan okuyarak adim attim mavi derinliklere, iki kulac atsam bana yeterdi. acilip gelmek yeterliydi elektronlari atmak icin. hepsini kumlara gomdum. boy verdim, kumlarin dibine kafami gomerek. dedim ya cok degildi aradigim, iki kulac sadece. aya yorgi'nin seffafligina gommeye calistim birikimlerimi. sigmadi koskoca koyun derinliklerine boy verislerim, ilerledikce boynum suyun uzerinde seyretti. cam gobegi mavi bir seffafligi, elmasin cami kesisi gibi delip geçtim suyun tonlarinda, maviyi ve binlerce tonunu inkar ederek.

bir ara kollarimi 180 derece, bacaklarimi da 45 dereceyle acip bedenimi suyun uzerine biraktim. kulaklarimi, suyun kaldirma kuvvetine nefretle hayatin gerceklerini silmeye batirdim. kulaklarima kacan su kadar unutabilirim diye dusundum varoluslarimi. karaya adim attigimda cekic, ors ve uzengiye uygulanan hayatin baskisini topuklarim uzerinde sekerek atabilirim diye dusundum. hicbiri olmadi. iyike de olmadi. aya yorgi'nin uzerinde yassi taslar kaydiran insanlar misali, birikimlerimi kaydirdim avni'ye faik'e. hayat da demeyelim, gunlerin getirdigi yorgunlugumu aldilar omuzlarimdan. masaj yaptilar, beynimin kilcallarina. cakil taslari spa'da katalizor olarak kullaniyorsa, bizdeki katalizor durgun bir koy ve alkol olsun, ayarinda, iki de dost. en gerceginden.

gecesi makara kukara, asil hikaye oradan cikar ama ben yer alti edebiyatina eser vermeye basladim sanirim. guzel kareleri yeterince dile getiremiyorum. ama o geceye dair bombalar elimde, haftaici onu ayri yazacagim.

bugun tatilin son gunuydu.
dogaclamaydi.
damarlara cevap hakki birakmadan huzur pompaladim bu gece. istanbul'un en guzel manzarasi altinda, en guzel muhabbeti yapabilecek insanlarindan biriyle, en guzel pazartesisinde noktaladim tatilimi, guzel sifatini zamir olarak hak eden bir insanla. gonul isterdiki yengec donencesinde degil de oglak donencesinde yasayalim. bu gece saatin nasil gectigini farkedemememizin nedeni hossohbet realizmi degil de, donence surrealizmi olsaydi.

bu yazinin sarkisi son sardunyalar. surrealist kelimesini cumle icerisinde kullanabilen yegane insana gitsin.

sozlere gerek yok.

bi devir muhtesemdik...

19 Haziran 2009 Cuma

rahat bırak



gündüzleri gece gibiydi
kalbinin üstündeki bulutta
gözlerin ateş saçıyor
etrafını yakıyor
sözlerin bıçak gibi
içindeki korkuda

o körpecik kalbinden eser yok
nasırlaşmış heryeri
hiçkimse dokunamaz
elini uzatamaz
hiçbir yardım ulaşmaz
duvarları aşamazsan

kendini rahat bırak
artık yaşamaya bak!!

16 Haziran 2009 Salı

hayat

- su bob marley'in sesini acin bakalim...

denizin kiyisinda, dunyaya sirtini dayamis bir hayat, icinde ondan fazla gizli ozne. ben bu hayati yasiyorum diyen kac kisi varsa, bu halimle uzerine restlesirim. hepinizden fazla yasiyorum.


15 Haziran 2009 Pazartesi

someone like me #3

bugun pazardi. sonuna kadar.

kizartma kokulari saldim disariya... once mutfak penceresinden, uzerine balkonun acikhavasindan. dunyaya ask yaydim, kokusunu saldim. uzaklara baktik hep, sustuk. cok uzatmistik zamaninda. ben akarsuda iki kere yikanilmaz dedim sana, sen akarsunun ortasina dag evi kurucam dedin...yirmi sekiz sene once bugun imzasi atilmisti tohumlarimin. onu yad ettik.

kizartma kokusu cabuk yayilsin diye etrafa, sezen koydum fona katalizor kivaminda. oncesinde de biraz beth gibbons tattirdim kaptana, baslangic bunlar. kizartmaya sos tabiki var (tarifi bende).

...
ben o gün yandım işte
sabaha doğru üçte
çok zaman oldu, siz evliydiniz
ben kaldım hâlâ o yüreğimin vurgun yediği terkedilişte
...

koskoca yirmi sekiz sene. 10+30+40=80 hesabi (onun da tarifi bende). misafirlerimiz oldu gece boyunca, soyut ve somut. "ben bu dunyayi cok seviyorum kardesim" demeye calistim bir ara, icime sine sine, uzerine soludugum havanin bogazimda kalmayacagini bilerek, hayatima tat katan dugumu inkar edecek kadar... az kaldi basaracagim, kayitlarim var elimde hesaplasiriz ileride.

...
soyundum, sevinç giyindim
sevinmek sanki bir suçtu
...

hem balkon, hem benim tabaga doktugum guzellikler, hem istavritin patlayan gozleri,hem karidesin altinda hayat bulan kasar, hem ertesi gunku jamie oliver sov'um, hem de kuzukulaginin damakta biraktigi eksimtrak tat... daha uzerine ne olsun lan. kac tane hem'li cumle kurabilirimki, benim de kapasitem bu.
makaranin karsilikli paslasildigi dakikada asagidaki cumle ortaya dokuldu, bayadir bu kadar saglamini duymamistim, benim cevabim gecikmedi ama kaptanin sozu haftasonuna damgasini vurdu. bu kez sarki yok yaziya anlam katan, arada yeterince gecirdik zaten.

haci haciyi mekkede
dervis dervisi tekkede
ibne ibneyi dakkada
bulurmus..

14 Haziran 2009 Pazar

simona ballardini

cuma ogleden sonra telefonum iki kez farkli caldi. once yazici, sonra da peja ayni konudan bahsediyorlardi. turkiye-italya bayan basketbol maci varmis. ac izle demiyorlar tabiki. italya takimini sirtlayan bizim meshur simona ballardini'den bahsediyorlar.

bes sene oldu galiba. kel bir kadinin suratinin ortasina yerlestirilmis masmavi iri gozler. daha ne isterdim. ben de hep yalakasi oldugum irkin temsilcisiyle kekeleme zevkini yasiyordum. cok gulmustuk zamaninda kendi aramizda bu muhabbete. simdi yaslanmis tabi, hayat herkesi oldugu gibi muhafaza edemiyor, zaman baltasi yaralar aciyor.

o bes sene onceki fotoyu da panodan cikartip scan edecegim sirkette yarin, usenmezsem tabi.

11 Haziran 2009 Perşembe

cristiano ronaldo palesi

bu kasımpaşalı paleye 96 milyon euro verdiren futbol endüstrisine bir, veren Florentino Perez'e iki, paranın gücüne de üç. bi siktirin ya. sıfata bak.



don omar mıydı, o dale dale şarkısını söyleyen dallama. kadifekale'lilerin ronaldo için hazırladıkları versiyonu aşağıdadır.

kale, kadife kale
saçları tare,
dondurma yale...

10 Haziran 2009 Çarşamba

9 Haziran 2009 Salı

beth gibbons trilogy

beth gibbons uclemesinin son halkasi. sov baslasin diyor.

iki saattir sessizligin hukum surdugu tepecik yolunda, belediye otobuslerinin gunun ilk seferine baslamalariyla birlikte sukunet ile kurdugumuz ortaklik bozuluyor. o otobus birkac sonraki seferinde asfaltin irzina gecerken ben uyanmaya calisacagim. bu kez sadece sessizligi degil kavurucu sicagi da delip gecerken gurultusune kulak kabartacagim ve tiklim tiklim dusuncelerle dolu olacak. biraz ilerlemeyi dusunerek daha da yorulacak icindeki beyinler, yerimizde zor sayiyoruz nasil ilerleyim demeye calisacaklar ama hep arka kapinin hayalini kuracak insan evladi. arka kapidan, duragi geldiginde inmek isteyecek.

bu yazinin sarkiyla, sarkinin sozleriyle, uclemeyle ne alakasi var aslinda degil mi?
var, var alakasi var...



......
let the show begin
it's a sorry sight
let it all deceive
now i'm
pains in me that i've never found

let the show begin
let the clouds roll
there's a life to be found in this world
and now i see it's all but a game
that we hope to achieve
what we can
what we will
what we did suddenly

but it's all just a show
a time for us and the words we'll never know
and daylight comes and fades with the tide
and I'm here to stay

...'nin yolu


"ne kadar yalnizsan o kadar uzaga gidersin, ne kadar terk edersen o kadar ölürsün" demistik... hatirlarsin... seni otel odanda gördügün rüyalardan uyandirdigim icin pisman degilim... ama bil ki, zihnin cehennemindir. sonsuza kadar yasayacak. senin gibi. öldügünde ise sen orada olmayacaksin ne yazik ki!!!

kitaptan bir kare anlatmisti bana bir gun. yukaridaki cumleleri degil, otel odasindan bir sahneyi hatirlatmisti, yasatarak. calan muziklerinden ve garsonlarindan nefret ettigimiz bir bardaydik. icimi ask gibi sıkıntıyla huzur karısımı bir duygu kaplamisti. o zamanlar cok asiktim. o'nunla ayni kirli havayi soludugumu fark ettim. birbirimize yardım ve yataklık yapmak dunya icin buyuk bir suc unsuru teskil ediyordu ama bizim kahpe bedenlerimiz her yudumun hakkini veriyordu. en zor bolumu yasadik, tabiat ananin inadina titreyen cigerlerimizi ısıtırken yıldızlarin altında. attıgımız her adımda kalkan kuru topragin tozu ile agzimizdan cikan dumanlar havada kesisip kocaman bulut cemberleri yaratiyordu karsimizda bir kasim gecesi. tozdan, dumandan ibaret les bir cember gece boyu bizi terk etmedi.

simdi bir haziran gecesi.
ayni kitaya sigamayacak kadar buyuk kitleler var ic organlarimizin birinde. simdi gecenin bir yerinde balkonda sigarami ufluyorum, dolunayin onunu bulutlar kesiyor, biliyorum bu gece hep orada kalacaklar. yarim kaliyorum.

8 Haziran 2009 Pazartesi

hido'nun kobe'ye blogu

haftasonu az içimişiz diye bugun sabaha karşı 5'te uyandım. televizyon her zamanki gibi açıktı, şu agb bizim eve koysa cihazı rating'leri patlatırız. bir baktım lakers-magic maçının son çeyreği, son üç dakika.

izlesem mi, izlemesem mi derken yataga oturdum. bir yandan su içip, bir yandan ağırmaktan olan günün neler getireceğini düşünmeye koyuldum. bu saatleri çok seviyorum diye hatırladım. sonra da maça döndüm.

aşağıdaki şutta, hido'nın ayagı iki santim geride olsa, bir sayı öne geçecekti magic.



kobe'ye koydugu blog efsaneydi. sonucta arkadan müdahele, iki adım yükselmedi bile yerden, ben oynarken bu müdahelelere blok demezdim ama masa hakemi yazıyor tabi. boğazına sokamadıktan sonra blok mu olurmuş.



son topta courtney lee o topu adam gibi tipleyebilse, hidayet tek kelimeyle tarihe geçecekti.



zamanında hidayet kings forması giyerken, horry üçlüğü sokup da serinin gidişatını değiştirince üzülmüştüm. o zamanlar severdik lejyonerleri, aradan geçen şampiyonalarda nefret ettirdiler kendilerinden. yine de güzel nba şampiyonunu belirleyecek maçların en kritik anlarında hido'nun birşeylere yapmaya çalıştığını görmek.

sabahın köründeki ince esintiyle uykuya tekrar dalmak ise paha biçilmez. dört gün sonra uyanmak isteyip, dört saat sonra uyanacağını bilsen bile...

7 Haziran 2009 Pazar

beth gibbons



sigaranin dumaninda anlamimi bulsan.
sessizlige gurultu katsan. susuzluga care olsan, hayata anlam. aklimin karelerinde sek sek oynamayi biraksan, yerden yuksek olsak, yer yuzunden. dolunayin vurdugu golgede aydinlatabilsem seni bu pazar gecesi. son dakikalarini saydigim bir haftasonuna veda ederken, sana da veda etsem... burnumun derinliklerinde kizartma kokulariyla...

5 Haziran 2009 Cuma

frank rijkaard



küçüklüğümde o üçlüye bayılırdım. rijkaard-gullit-van basten'den bahsediyorum. hadem hollanda ve arjantin'e aşıktı ama ben ingilizdim. önce shearer gelirdi, sonra bu muhteşem üçlü.

şimdi rijkaard türkiye'de, galatasaray'ın başında. spor basını umarım onu da yerden yere vurmaz, kaçırtmaz da doya doya izleriz kendisini.

futbol asla sadece futbol değildir'i okurken almanya-hollanda arasındaki hikayeden bir kez daha etkilenmiştim. rijkaard'ın voller'e yapıştırdığı tükür içimin yaglarını eritmişti. hayatım boyunca sevemedim alman panzerlerini. ben hep o fotografla hatırlayacagım rijkaard'ı.



aşağıdaki ise stencil'i. bu aralar zaten stencil yapmayı boşladım, bir ara uzmanı olmuştum, fena çalışmalarım da olmadı hani. etiler-levent hattına döşerim ben bunun muadilini yakın zamanda.

4 Haziran 2009 Perşembe

beth gibbons - tom the model

beth gibbons, portishead'in solisti kendisi. şarkının adı da tom the model. kaç repeat'i var sayamadım, akşama itunes'tan bakarım. önce show şarkısıyla tanıştım, harbiden show yapmıştı. albümde tom'la karşılaştık. sözleri de aşağıda. net bir şarkı, konser kaydına dikkat.

dünya chill out olsun!!



how can i forget your tender smile
moments that i have shared with you
our hearts may break
but they're on their way
and there's nothing i can do

so do what you're gotta do
and don't misunderstand me
you know you don't ever have to worry 'bout me
i'd do it again

i can understand that it can't be
guess it's hard as you were meant for me
but i can't hide my own despair
i guess i never will

so tired of life
no fairytale
so hold your fire
'Cause i need you

do what you're gotta do
and don't misunderstand me
you keep going over every word that we've said
but you don't have to worry
about me

jesus christ, dude!


peja'ma

yarin sabah evinden cikip da o gri genis salonun bulundugu kapiya dogru yol alirken bizi dusun, uzulme sakin.

bu gece konusurken, kendini bir kenara birakip, bana hic'im derken icimi nasil isittigini dusunmeye calis. bir de doga'ni.

yuruye-dur !!!

3 Haziran 2009 Çarşamba

hepimize afiyet olsun!!!



cuma gecesi merdivenleri inerken bundan sonra yeni kitabima odaklanayim diye asagiya yol aldigimi hatirliyorum. yillarin suskunlugunu patladigim kareden sonra dusundum, o an aklima bitmek tukenmek bilmeyen akinlarla kendimi eve kapatip yazmak geliyordu. hem de kimsenin bilmeyecegi, gerektigi zaman, gununde ogrenecegi yazilar.

cumartesi kahvaltisina kendimi kirmamak icin disari attim. kendimdi cunku o, hep ben olarak gormustum onu. susarak gecen bir kahvaltinin akabininde kendimi evde buldum. birkac yil oncesine benzer bir sekilde zamanimi evde gecirmek icin alisveris yaparken buldum kendimi. cok sey dusundum o sirada, cuma gecesi dusunmedigim kadar. domateslerin kirmizisinda, kanatlarin fiyat etiketlerinde, yogurtlarin son kullanma tarihinde aradim sorularin cevaplarini. kasaya dogru giderken kesistigim beyaz sarapta buldum neyi aradigimi. sustu butun yiyeceklerin tazelikleri. kirmizi bir hali serildi onume, ic organlarim yapma diye haykirirken. karayi korelttin, bizden ne istiyorsun dediler.
siz kimsiniz ulan!!!!

cuma gecesinin uzerine uzun bir cumartesi gecesi ve en az onun kadar uzun bir pazar gunu gecirdim. o iki gunde ne varsa yasadigim yanima kar saydim. hic, ruhunu terk etti o iki gun hep diye bagirarak kendini sokaklara vurdu onbinlercesinin onune. patatasleri, biberleri, patlicanlari soyarken aralik buldu yurek birkac kelime etmek icin. kacamak hayatlar yasiyoruz biz bu dunyada. son bulduk bicagin parmaga dayandigi yerde. en sonunda panzehir buldu yurek kapiyi kapatirken canina, cigerine hafta ici raki icelim diye sarilarak. orada gercek hicligini hissetti.

ertesi sabah nasil bir kafada ise gidecegine dair kan pompaladi yurek pazarin essalatinde. uyumadi o gece gun dogana dek. bilincli degil, alkol oraniyla orantili bicimde. susarak, icerek dogdu gune yirmi metrekarelik bir yasam alaninda.

gunaydin diyerek basladi gune herkesin yeter dedigi saatlerde. dunya umrunda degildi o saatten sonra. iki gun daha gecirdi susarak, yemek yaparak, sozleserek, isim koyarak. ucuncu gune dayanamayacak gibiydi. bir yani koskoca dunyada tek basina kalmak istiyordu, diger yani da insanlarla konusup care bulmak istiyordu. ama ne kalbi ne de beyni hicbirine care olamiyordu. unutamiyordu kendisine bicilmis gecmisi, kendi kendine yaratmaya calistigi gelecegi.

arada bir, bir yanim
yiksam diyor şu daği
görsem diyor ardini
yarimi
yarinimi

arada bir, bir yanim
küstüm diyor o yana
senden dost olur mu
korkarsan kaybettin diyor...


bir tilsim dogdu carsamba aksamina. herkesin yasadigi bir gecmisi ve dile getiremedigi sikintilari vardi hayatta, sifreyi cozmeye calisan herkesin gercegi zaten bu, kadini, erkegi, genellemesi. herkes yeni insanlari tanimaktan kokuyor, kimse kimseye derdini anlatamiyordu. biz sanirim cogunu doktuk masanin ortasina. bir sene onceye kadar birbirinden bihaber insanlar toplulugu olarak, mutlak guven duygularini bulmustuk masanin besgenindeki on cift gozde. herkes dile getirebildigi kadar doktu sikintilarini, uzerine paylasti kahkahalarini. hayat, cogu zaman spontone organizasyonlarla hissettirdi guzelligini cunku planli programli ya da dusunmeden ictenlikle ne yaptiysak, dogaclama; her zaman kaybetme zevkini tattik, uzerine dudaklarimizi yalamayi da cila bildik.

bu gece odama dogru nevalemle yol alirken birkac hayat dustu aklima. berkin ve kemal. birbirinden ayri nedenlerle uzaklara giden iki insan. kim bilir ne kadar mutlulardir diye gecirdim aklimdan, akabininde kontra ataklarla karsilastim onlarin beni dusundugunu hissederek. neleri ozledigimi bir bilsen diye kulagima calindi ayri ayri ikisinin de sesi. biri tok, gercekci; digeri de kisik ve anlamli, hayatin kendisi kadar. dogal olarak ikisinin de onceligi ben degilim. hayat, herkesin onceligini kendi akisina gore yaratiyor. bu yuzden benim de bu gece basrollerimde olan insanlar onlar degil. kisacasi hepimize hosgoru.

yasadigim hayata dair cok tezim var. bu gecenin temasi ne yazikki onun ta kendisi. ben hicbir kulvarina anlam veremedim, herkesin inandigina saygi duysam da. bunun tek nedeni kendi aradigimi bulamamis olmamdan ileri geliyor. sussan ayri, konussan ayri. hap'i yutmak gibi hic'i yutsan da bitmiyor plazalasan dunyanin kabusu cunku pesini birakmiyor hayat kosusturmasi. sen istedigin kadar kendini disarida tut, cemberin merkezinde buluyorsun gunun birinde kendini. iste bunu HIC sevmiyor'um.

bu gunun sarkisi mi.
NETTT...

işte ben böyle bir hal içindeyim
aslında derin keder içindeyim
bazen bilmeyerek ne yaptığımı
iyi kötü güzel çirkin her biçimdeyim
bazen isyan edip yalnızlığıma
sana karşı ince bir sitem içindeyim...

1 Haziran 2009 Pazartesi

nowadays #6

aramadim. unutmak istedim. sustum. her zamanki gibi.
sessiz bir cuma gecesiydi hayalim, paldır küldür geçti, geçirdi. yarım bir cumartesi sabahina uyandim. gec yatilmis, yine çok içilmiş ve yine erken kalkilmisti.