30 Eylül 2008 Salı

oz-en-alp



sabaha karsi tan agirincaya kadar yasanilan urperti, saatin sekizi gostermesine yakin gunesin yoklamaya bizzat imza attigi dakikalarla kaybolur ya iste bugun dogan dost da kaybedildigi dusunulen dostluk, insaniyet kavramlarini son dakikada gelen golmuscesine bizlerle bulusturarak kalplerde tahtini kurdu…

yasanilan, yasatilan, ne kadar duygu varsa zari zeybek’lere meze, ata’lara cila oluyordu… bu cumlenin burada kurulmasinin sebebi hayatin gecer not alirken rakimizin sohbetinin her zaman pekiyi olmasindan…

hayat kimi zaman kitalararasi bir yolculuk, kimi zaman atanin galip yiyenin malup oldugu bir minyatur kale maci, kimi zaman da kasim sogugunda yakilmaya calisilan hatiralarla dolu bir kutudan ibaret oldu, dokulen saclarinin altindaki deride yatan beynin kilcallarinda… fazlasini hic bir zaman da talep etmedik zaten…

eksik olma...

26 Eylül 2008 Cuma

tatil



serin kumlara çıplak ayak basmanın
biraz kafa dinmenin
dvd'ye kitaba boğulmanın vakti...

eyvallah

25 Eylül 2008 Perşembe

sonbahar




eylül'de çeşme, bodrum ya da göcek çok güzel olabilir belki ama gördüğün yerler arasında en güzeli neresidir diye sorsalar, hiç düşünmeden cevabım istanbul olur...

sonbaharın yaşanabileceği belki de tek şehir.

akşama doğru azalırsa yağmur
kız kulesi ve adalar

hadi bakalım...

24 Eylül 2008 Çarşamba

charles bukowski





alti sene once istanbul'a ilk geldigim gunlerde tanistim bukowski'yle...ucgen potasi, ucuz saraplari, muhtesem kaldirimlariyle buyudugum, var oldugum aksoydan cikip, on alti milyon insani tanima zahmetine seve seve katlanmayi kabul ettigim gunlerden bahsediyorum...
ailemi, cocuklugumu, evimin anahtarlarini, kosesini dondugum sokaginda her seferinde beni guleryuzle karsilayan insanlari, bunlarin hepsini bir otobus biletine sattim...yanima tek birsey aldim...
ikimiz da henuz ciktigimiz yolculugun farkina varamadan duygusal yaralar almaya basladik.. bukowski'yle karsilasmamiz da boyle oldu... birbirimize onun kitaplarini veriyor, bulustugumuz gunlerde onun kelimeleriyle kendimizi ifade edip, on alti milyon icerisinden ne kadarini tanidiyabildiysek hepsine sovuyorduk, icerek...
cocuklugumuzda aramizdaki iki sokagi asmamiz uc dakikayi aliyorken artik yasam surulen lokasyonlar arasindaki mesafe bu cehennemin trafiginde uc saati bulabiliyordu..
yolculugumuz boyunca actigimiz kapilarin ardinda kimi zaman isigi bulamasak da cocuksu bir korkuyla kacma durtusunu coktan geride biraktigimiz icin sigaramizin ucuyla aydinlattik karanliklari..

asagidaki yazi bukowski'den... bu gece, gecen alti seneyi andigimiz, beni bukowski'yle tanistiran adamdan bir ileti...


seçimini
zekice yapmak
yarılamaktır
zafere giden yolu;
diğer yarısı
kayıtsızlıkla
fethedilir.

bir yanda
istediğin
her şeyi
söyleyebilirsin,
öte yanda
mecbur
değilsin.

ben
bir şekilde
ikisini de
yapmayı
becerdim.

bu yüzden
benimle
bir sorununuz varsa
size
aittir...



cok yasa kanka!!!

23 Eylül 2008 Salı

ipod metroboard in berlin



nerede guzelim 4.levent-taxim hattindaki metroboard'lar:)

bebek-pipilotti rist-st.gallen


puslu bir istanbul sonbaharinda, hisar-bebek arasi yururken uzerimize yagan damlalarla sikintilardan arinip, yeni dogmus bir cocuk kadar gunahsiz halde geldikten sonra dogmayan gunesin yarattigi aydinligi bile cok gorup cekilmesini seyrettik sahilden...

son derece dingin bir gundu..

aksam yemegine damgasini vuran ise pizzanin lezzetinden ziyade sonradan pipilotti rist'in seslendirdigini farkettigim wicked game cover'iydi.. son derece sakin, feist kivaminda basladi ve sabaha karsi kendi kendine bagiran zincirlerini kirmis bir cilgin gibi haykirmaya basladi.. sarkinin sozleri itibari ile hayatimda yeri yok ancak gunumuzde pelesenklesen cover teriminin ancak bu kadar hakki verilebilir...

pipilotti rist'e isvicre'de tapiyorlar, bir nevi turkiyenin sezen aksu'su diyebiliriz ancak sanatin her dalinda olmasindan oturu zulfu livaneli benzetmesi daha dogru olacaktir... fotograf da kendi projesinden. st.gallen'de sehrin merkezini oturma odasi olarak tasarladi ve carlos martinez tarafindan hayata gecirildi.

18 Eylül 2008 Perşembe

istanbul ağrısı



Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
Yıldızlar kaynarken
Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
Eğer yine İstanbul'san
Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
Demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
Mavi asfaltlara çökmüş
Diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul'san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul'san
Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ....... eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan'i
Zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den
Tophane İskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş
Direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şöförler
Uykusuz dalgalanıyor
Ulan İstanbul sen misin
Senin ellerin mi bu eller
Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
Liman liman götüren
Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
Neden durmaksızın imdat kıvılcımlari fışkırıyor
Antenlerinden
Neden
Peki İstanbul ya ben
Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
Ya benim kahrım
Ya senin ağrın
Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
Çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
Burgu burgu içime boşalttığın
O senin ağrın
O senin
Eğer sen yine İstanbul'san
Yanılmıyorsam
Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
Satır satır okumak istediğim
Sen
Eğer yine İstanbul'san
Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
Sen kazandın ben yenildim
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine emrindeyim
Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
Yanılmıyorsam
Sen eğer yine İstanbul'san
Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül'ünde birader mirc ve ben
Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
Unuttun mu
Sana taptık.

a.i

the world is each one's canvas





17 Eylül 2008 Çarşamba

geliyoruz !!!

yalniz basima alsancak sokaklarinda yururken, semtimize ozgu meltem esintisi damarlarda akan kana katalizor olarak eslik edip, nabzimin iki heceli bir haykiris olarak atmasini sagliyordu…

statlarda ruzgar
aklimda mac var…

dogdugum sokaktan gecerken goz temasinda bulundugum genciyle yaslisiyla sukunet icerisinde selamlasip, birbimizi anladigimizi ima ederken hayatin ne kadar acimasiz oldugu gercegi bir kez daha tokat olarak yuzume carpiliyordu..

gece yarisinda eski taraftar
esrar iciyorlar sessiz usulca
…………

Ugurlu kumrular yendikten sonra dustuk yollara… geri sayim doruk noktasina ulasmisken asagidaki sahneyi yasadik… kacmadik, karsi koyduk.. reds deplasmaninda kacmayan pete’in haykirdigi gibi… let’s go fucking mental!!!





Calan duduk, yenen tirnaklar, kacan pozisyonlar…
once besikte bebek salladik…




Sonra da izmir’in karsini salladik…
dakika 85 durum 3-0...



OZLEDIGIM ALTAY ISTE SAHALARDA!!!!

16 Eylül 2008 Salı

enough is enough




tek sen misin affedilmeyen
suçlanıp da terk edilen
acılarla büyüyorsun..

durmak yok
pişmanlık yok
kendini hiç suçlamak yok
yelken açmış gidiyorsun...

12 Eylül 2008 Cuma

o gece bu haftasonu



yolum düşer uğrarım sana
kordonda bir çay ısmarla bana
oturup konuşalım kana kana
istanbul bir yalan
söylenenlere inanma..

previously on nowadays



baslik ve foto altinda yatanlar yeterince anlamli...

.....

masum degiliz
HIC-birimiz...

11 Eylül 2008 Perşembe

hareket vakti




Ozenc orta okul caglarinda boy band’lere hayranlik duyar ve o basit muzik turunden hoslanirdi… dis dunyaya yeni yeni acildigi ve okulu geregi ingilizce egitim aldigi icin kendini ispatlamak istercesine bu muzik turunu tercih etti… take that’le baglanmisti bu furyaya… tekrarlardan ibaret embesil sarki sozlerini kolayca anlayabildigi ve eslik edebildigi icin kendini buyumus saniyordu…

it’s a beautiful world
a beautiful world…

Lise caginda suratindaki kraterlerden dolayi karsi cinse acilamadi ve en yakin arkadaslari kenan, murat ve hakan oldu… asilerdi, ickiyle tanistilar ve kendi gruplarini kurdular cunku artik metallica ve nirvana onlari kesiyordu… grubun adini da son derece capsiz bir hamleyle adlarinin bas harfleri olan homk koydular…ooo yeaahh..
Universite icin Eskisehir’e yerlesen Ozenc hali hazirda Eskisehir barlarinda kizlarin akinina ugrayan bir gruba katildi… yetenekliydi, calmaya bas gitarla baslamisti ve hic siritmamisti… artik kendini ifade edebilen, insanlari cilginca eglendirebildigi icin ozguveni yuksek, kraterlerini uzun saclariyla ortebildigi icin istedigi kadinla birlikte olan yetiskin ve popular bir gencti. homk’la lise 2’de karne gunu verdikleri konser sirasinda asik oldugu kizi keserken ritmi karistirdiginda kendine ve hayata ne kadar lanet ettiyse, mutlak degeri kadar haz aliyordu hayattan bu gunlerde.. ozenc yasiyordu…
Gup eski olan sehre dar gelmisti.. istanbul’dan gelen teklifi dusunmeden kabul eden grup ertesi gun yola koyulmustu bile… istanbul’daki iki yil icerisinde yasam sartlari ve tukenmek bilmeyen menajer talepleri grubun yara almasina ve degisikliklere neden oldu.. 11 sene once kurulan grupta halen varligini surduren sadece Ozenc kalmisti ve daha ne kadar koloni halinde sahne alacagini sorguluyordu… hareket vaktiydi her konserin kapanis sarkisi 11 yildir… sehirler, insanlar, gundem, para birimi, hersey degismisti ama Ozenc’in yaninda calan insanlarin kapanis sarkisi hicbir zaman degismemisti… bu omurluk inadin tek nedeni, ozenc’in nereden geldigini unutmayip, aktarmali hayat yolculugu sirasinda her gun en azindan bes dakika kendini hatirlamak istemesiydi. Ozenc, bir Cumartesi gecesi saat 4 sularinda yanindakilere bakarak son kez dedi… Onu, uzak sehirlerde cagiran bir seylerin pesinden gidecegini ima edercesine, bir Cuma okul cikisinda istiklal marsini okurken gece evde super baba’yi izleyecekmis gibi yillar oncesine ait bir coskuyla soyledi sarkisini ve son duble viskisini shot yaparak o geceki ibadetini tamamladi.. ozenc tasiyordu…



Persembe sabaha karsi hayata dair yeni bir aktarmaya hazirlanan Ozenc'in, ucaga dogru giderken ipodunda calan tek sarki vardi ve repeat’teydi…

10 Eylül 2008 Çarşamba

belden asagi vurmak yok diye ogrettiler, biz de...



bagiriyorum saka yollu
olacak olmakta olan
yanacak yanmakta olan
....

9 Eylül 2008 Salı

yagmur


Meteor yagmurlari kadar utopik, muson yagmurlarinda dusen damlalarin bile yarattiklari nemden nefret ettigi kadar boguk, bildigimiz yagmurlar kadar toprak kokusuna hasretle yagan gur bir iklim hakimdi gokhanin hayatinda o gunlerde.. bitki ortusu ise her zamanki gibi bozkir… belki makiydi eteklerinde kokunu salmis canlilarin toplu adi, yillarca canli kalacaklardi ancak o hep tatsiz, tuzsuz, sari tonlarindaki bozkiri yakistirmak istedi kendisine..

Etrafina baktiginda gordugu her iris, retina kardesliginde cakan simsekleri farkederken, kulagina fisildanan gok gurlemelerini ayirt etmeye calisiyordu… her iki duyu organina da ayri ayri hukmetmeyi basarirken, kendi disinda gelisenlere yetisemiyordu…

Yagmur git gide siddetini arttiriyordu… bir son bahar gecesi sirilsiklam olmasini anlayabiliyordu ancak kulaginda yankilanan, onu sagirliga goturen gurlemelere ve yankilara daha fazla karsi koyabilecegini sanmiyordu..

Adimlarini metro istasyonuna dogru hizlandiran gokhan, el yordamiyla cebindeki ipodunu bulmaya calisiyordu… yere dusen damlalarin uzerindekilerden ibaret oldugunu fark ettiginde coktan giseden gecmisti bile… yuzunde kekremsi bir tebessum olustu… bir an olsun bu yagmur altinda mahsur kalan evsizleri dusundu, uzulur gibi oldu... onlarin duyu organlarinin coktan koreldigini farkedip beyaz kulakliklariyla olan ensest iliskinin kollarina saliverdi kendini…



nowadays


trying to be misunderstood
but it doesn't do me any good

love the way they smiled at me

held their face for eternity

now let them all fly off


when it comes down

it all comes down

and you will not be found

when it's over it's all over

even if i make a sound


no excuses, i won't apologize
or justify your lies

come find me, tell them to me

look me in the eyes


i'll be misunderstood

by the beautiful and good in this city
none of this was planned
take me by the hand
just don't try and ...understand

can't forgive, sorry to say
you don't know you're guilty anyway
....

8 Eylül 2008 Pazartesi

yukselki sen kararsin ay


globallesen dunyanin belki de en buyuk endustrisi futbol... kimine gore 22 kisinin bir topun pesinden kostugu erkek sacmaligi kimine gore de hayatin anlami.. benim icinse dogdugum sehre ozgu, babadan ogla devredilmis bir gelenek eger icinde altay varsa...

tesviklere yenik dusen, huzunlerin de sevinclerin de uclarda yasandigi, dusene bi darbe daha vurmayana adam denmedigi ligler, finaller gordum geride kalan yillarda...

foto gecen seneden kalma
bu sene yine yeni umutlarla basladik... nasil baslarsan oyle giderler demisler, biz alti sene sonra ilk kez galibiyetlerle basladik...

2 Eylül 2008 Salı

human race 2008 istanbul


aylar oncesinde projeyi duydugumda ve brainstorming sureclerinde yer alinca cok heyecanlanmistim..

istanbulda trafik varmis, ne onemi var?
bundan sonra gerekirse kopruyu kosarak geceriz, hem kurucesme'ye ugramadan once dolmabahce'deki arkadaslari bile goruruz bi saatte..

ps: turk'uz, koprude fotograf da cektiririz

just do it!!

1 Eylül 2008 Pazartesi

31.08.08


2008in 04 şubatında yaşayamadığım doğum günü hevesimin ertesi sabahında artık tarihi mutluluklari dahi rafa kaldırdığımı farkettim…. Tarihten ibaret mutluluklar artik raflarda tozlanmış ve çürümeye terkedilmiş hatiralardan ibaret, terkedilmiş dostlar kıvamında… raf üzerinde sivrilen, etrafindakilere nazaran büyük bir bardak var hayatima damgasina vuran, siyrilan hatiralar arasinda...

bugun, gidilen yolda mesafe kat edilmis, dogru yanlis sadece kalpte ayrilmis, aciklama yapilmamis, yetmisiz kendi icimizde.. herşey bitmiş demişiz, kolumuza hiç kazımışız… kılcallarımıza işleyen sıkıntıların yarattığı parıltılarla olmayanı var etmişiz, sonra da bize yakışmayanı göz kırpmadan yok etmişiz…